Pek çoğumuz doğal olarak Doğu ile Batı’yı her zaman ayrı ve farklı oluşumlar gibi düşünürüz. Aynı zamanda genellikle “özerk” ve “eski” Batı’nın modem dünyanın oluşturulmasına önderlik ettiğine inanırız; en azından çoğumuz okullarda, belki üniversitede bunları öğreniriz. Hepimiz eski Batı’nın 1492 dolaylarında (Kristof Kolomb’u düşünün) dünyanın zirvesinde, eşsiz bilimsel rasyonalitesi, kabul edilebilir aceleciliği ve demokratik/ilerici özellikleri sayesinde ortaya çıktığını düşünürüz. Böyle olunca da geleneksel bakış açısı, Avrupalıların bir yandan Doğu’yu Ve Uzakdoğu’yu fethettiği, aynı anda tüm dünyanın bozulma ve acıdan kurtarılıp modernitenin parlak ışığına ulaştırıldığı kapitalizmin izlerine teslim olduğu yolundadır. Buna göre, dünya tarihinin ilerlemeci hikâyesini Batı’nın Yükselişi ve Zaferi’yle birleştirmek çoğumuz için doğaldır. Bu geleneksel görüş “Avrupamerkezci” olarak adlandırılabilir. Bunun temelinde Batı’nın hem geçmişte hem de şu anda ilerlemeci dünya tarihinin merkezini işgal etmeyi hak ettiği düşüncesi yatıyor. Peki gerçekten öyle mi?
Sayfa 18 - yapıkrediyayınları, çeviren: esra ermert, ıv. baskı, nisan 2015, beyoğlu