Geçen sene bu zamanlar Juan Jose Saer’den Yara İzleri’ni okumuştum, demlendikçe daha çok beğendiğimi fark ettiğim bir kitap olmuştu. Kimsesiz’de üslup ve kurgu olarak bambaşka bir Saer çıktı karşıma. Eser, 16.yy’da ailesi olmayan bir gencin miço olarak çalıştığı gemiyle Hint Adaları’na yolculuğa çıkması ve buradaki yerli halkla karşılaşmalarıyla gelişen olayları anlatıyor. Anlatıcımız aslında tüm bunlar olduktan yıllar sonra, hayatının ilerleyen zamanlarında geriye dönüp aktarıyor yaşananları. Hayatının uzunca bir bölümünü bu yerli halkın arasında yaşayarak geçiren bir gencin gözünden ‘medeniyet’ kavramını irdeliyoruz kitap boyunca. Farklı bir kültürün hayata bakışını, geleneklerini çözmeye çalışan karakterle beraber çok güzel cümlelerle bambaşka yaşamlara götürüyor okuru Saer ve ‘öteki’ gözüyle baktığımız topluluklarla ilişkilerimizi masaya yatırıyor. Konu itibarıyla üzerine hiç yazılmamış, düşünülmemiş mevzular değil bunlar belki ama Saer’in konuya yaklaşımı, şiirsel anlatımı ve temel meselesinin yanında birçok farklı konuya çok yerinde ve dozunda temas edip derinlikli tespitlerini paylaşması eseri bambaşka bir yere taşımış. İnce bir kitap olmasına rağmen tek oturuşta okumayı tercih edeceğiniz bir kitap değil; yazarın hakikaten şiir gibi, tekrar dönüp okumak isteyeceğiniz kadar güzel cümleleri, aynı zamanda üzerine durup düşünülecek tespitleriyle ilgi isteyen kitaplardan Kimsesiz. Postkolonyal edebiyata ilgi duyanlara tavsiye ederim. Ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap listesinde yer alıyor.