Dünyanın her yerinde biz, çocuklara doğar doğmaz iyiden önce kötüyü, cesaretten önce korkuyu öğretiyoruz. Kimseye güvenmeyen çocuk, güvende olabilmek için ilkin kötünün ne olduğunu öğreniyor. Kendini yalanla, yanlışla, kötüyle baş başa kalmış düşünüyor. Sanki bunlar hayatın zorunluluğuymuş gibi onu öğrenmeye başlıyor. Bunları ne kadar iyi öğrenir ve bilirse o kadar başarılı olacağına inandırılıyor. Böylece iyi kendiliğinden kötünün gerisine düşmüş oluyor. Peki, kötülüklerin, acıların, ihanetlerin, tüm bu kirliliklerin ve kirlenmelerin olmadığı bir dünya olamaz mı, böyle bir dünyanın olmasını da geçtim, böyle bir hikaye de mi olamaz, her zaman birilerinin kazanması için birileri de kaybetmek zorunda mı, birileri mutlu olsun diye birileri mutsuz olmak zorunda mı, birileri daha güçlü olsun diye birileri daha güçsüz olmak zorunda mı ya da daha açık sorayım; birileri zengin olsun diye birileri fakir olmak zorunda mı, gerçekten de bu bir zorunluluk mu, yoksa kendisine ikna olduğumuz asıl kötülük bu düşünme biçimimiz mi?