“Sevdiğimiz birini geride bırakmaya karar verdiğimizde, başka biri olmaya razı oluyorduk aslında. Yalnızca onun gözünde değil. Kendimiz için de başka biri oluyorduk artık.”
Kahvelerime eşlik eden uzun soluklu bir okuma oldu.Sonlara yaklaşırken hiç bitmese dedim.
Yazar kitaplar ,karakterler, mekanlar ve duygulardan bahsederken bana yaşlandığımi hissettirdi.Her yerden anı yığıldı önüme.Iyiki okudum.Tekrar tekrar okunur.
Kırmızı KazakMeltem Gürle · Can Yayınları · 2016194 okunma
Bütün iyi okuyucular bilir ki, bir kitaba dair fikir edinmenin en isabetli yöntemi, onu açıp okumaya başlamaktır. İlk birkaç sayfadan sonra hâlâ okumak istiyorsanız, o kitap sizinle gelecek demektir. Kapağında ne yazarsa yazsın.
Kurtlar ise böyle değildir. Aslanlar gibi iştahla saldırmak yerine, önlerine gelen her kitabı önce iyice bir koklarlar ve öyle her şeyi okumaya tenezzül etmezler. Hepsinin ayrı ayrı hassasiyetleri vardır. Bazısı kelime oyunlarına tahammül edemez, bazısı samimiyet krizlerine girer, bazısının da dille ve üslupla ilgili alerjileri vardır. Kimi doğuştan böyledir, kimi yaşlandıkça kurtlaşır, huysuzlaşır, seçici olmaya başlar. Aslında kurtluğun yaşlanmakla ilgisi, edindiğimiz ince zevklerin bizi birer "gurme" haline getirmesinden de ziyade, şu gerçeğin kafamıza dank etmesindendir: Kısa ömrümüzün dünyadaki bütün kitapları-hatta yalnızca iyi kitapları bile-okumaya yetmeyeceğini fark ederiz ve bunu hissettiğimiz andan itibaren elimizi öyle her kitaba atamaz oluruz.
Okumayı sevenler ikiye ayrılır: Aslan okuyucular ve kurt okuyucular. Aslanlar, önlerine ne gelirse yalayıp yutarlar. Yerde bir kâğıt parçası görünce okumadan geçe- meyenler, lokantaya gittiklerinde önlerine gelen menüye sonu "tatlı" biten bir kısa hikâye muamelesi yapanlar, gazeteleri kıyıda köşede kalmış, en küçük haberlere kadar hatmedenler hep bunlardır.
Her iyi okuyucu, hayatının bir döneminde aslan okuyucu olur ama çok azı aslan olarak kalmayı başarır.
Yakınlık her zaman pek hoş bir şey olmayabilir. Nedir o ideal uzaklık o zaman? Kendimizi en iyi hissedeceğimiz yer? Karşımızdakini en güzel haliyle görebileceğimiz mesafe? Bir kol boyu mu? Yan oda mı? Karşı sokak mı? Komşu şehir mi? Hangisi olursa olsun, insanın kolayca aşabileceği bir mesafe olsun derim ben. Uzanıp da dokunabileceği bir uzaklık olsun. Çünkü fazlaca yakınlıktan daha fena tek şey vardır hayatta: o da kimsenin ulaşamayacağı kadar uzakta olmak.
Bazı küçük, koyu renk cevizler vardır hani? Çetin ceviz. Ağacın tepesinde öyle tek başına dururlar. İçten içe kurtlanıp çürürler sonra. Bir gün hafif bir rüzgâr indirir onları.Toprağa onlar gibi düşmek istemezsiniz. Kapalı ve sessiz.
Modern insan tatminsizdir. İleriye, daha ileriye, hep daha ileriye gitmek ister. İçinde bulunduğu ânın farkında değildir. Mutlu olsa bile, bunun ayırdına varamaz. Çünkü daha ilerideki bir zamana, daha büyük bir hazza, daha ağız sulandırıcı bir lokmaya dikmiştir gözünü. Modernlik, büyük bir açgözlülüktür. Dev bir mide, kösnül bir ağız, kocaman bir egodur. Her gün yarına ötelendiği için, "şimdi" çoktan kaybedilmiştir. Elimizde kalan, sadece ne olduğu belirsiz bir gelecek vaadidir.
Meltem Gürle’nin zamanında Birgün gazetesinde çıkan köşe yazılarından oluşan, öykü tadı veren denemeler var bu kitapta. Benim okuma hızıma göre epeyce uzun bir sürede, bir haftada okudum ben bu kitabı. Çünkü eski bir dostla sohbet etmek, anılara dönüp orada biraz kalmak, ortak yaralarımızın kabuklarını kaldırıp iyileşmiş mi diye bakmak için bir