Mesut Doğan

Unutulmuş Sesler Odası author
Author
9.1/10
35 People
93
Reads
5
Likes
2,188
Views

Mesut Doğan Quotes

You can find Mesut Doğan quotes, Mesut Doğan book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Aramızda üzeri utancın kalın perdesiyle kaplı bir suskunluğa söylüyorduk içimizden geçenleri. Aylar süren yolculuklarda bizi dinleyen suskunluk, sayısız duygu, çelişki ve itiraflarla büyüyüp genişlemiş, olgunlaşmış ve artık bizi kontrol edecek, yönetecek hale gelmişti. O derin suskunluğun içinde ne kadar çok şey birikmişti. Unuttuğumuzu sandığımız her şey orada değerli bir hazine, bir tecrübe olarak ışıldıyordu. Her gece heyecanla bu suskunluğun içini karıştırıp onun neler söylediğine bakıyordum. Onun yanında oturduğumda bana bir şey bırakmadan bir mıknatıs gibi tüm varlığımı kendisine çektiğini zamanla kendimi unuttuğumu, ihmal ettiğimi görüp üzülüyordum. Bedenim yoktu, sesim yoktu. Bir testi su gibi ırmağa karışmış sürükleniyordum.
Sayfa 129Kitabı okudu
ÖNCE sabırsız atlar gibi kişneyen trenleri gördüm. Sonra tren garının arkasında denize dönük bankın iki ayrı ucuna suçlu çocuklar gibi korkarak oturan iki tedirgin gölgeyi. Her akşam iş çıkışında Haydarpaşa’dan banliyöye yan yana oturduklarında aralarına koydukları çantayı da. Sürekli susan ve yere bakan iki utangaç insanın arasına çantanın kutsal bir sınır çizdiğini gördüm. Acemi ve kaba bir yalnızlığın, ürkek, elleri iki beyaz güvercin gibi titreyen başka bir yalnızlığa değdiğini gördüm. O ince ve kırılgan yalnızlığa daha önce başka bir yalnızlığın değdiğini de görmüştüm. Bakışlarının dokunduğu yerde bir yanardağ gibi homurdanan, için için kaynayan ve ateşini dışarı atmaya hazırlanan öfkeli bir suskunluk gördüm. Görmedim. Sustum.
Sayfa 129Kitabı okudu
Reklam
Sesimi saklamak istiyorum. Onu da bedenim gibi sırlamak istiyorum,” dediğinde ısrarla. “Bedenim toprak oldu kurtuldu ama sesim dünyanın o dikenli bahçesinden çıkamadı. Oysa yalnız sana söylenen bir sözdüm aslında,” diyerek hıçkırdığında.
Sayfa 107Kitabı okudu
Korkuyla kolumu çektim. Duvar kolumu sessizce içine doğru alıyordu. Siyah ve tuhaf bir karaltı, anlaşılmaz fısıltılarla rüzgârın yuvarladığı kurumuş bir diken topu (yeniden diriliş bitkisi) gibi zayıf köklerinden kurtulmuş ovaya doğru hızla uzaklaşıyordu. Uzun süre kendimize gelemedik. Dünya, kimsenin istemediği, çocukların bile ısırıp tükürdüğü ham bir meyve gibi elimizde kalakaldı. Utançla ona sıkı sıkı sarıldık.
Genellikle gittiği kahveler, ortalama insanların üzerinde müdürler, iyi bir meslekten emekli olanlar ve saygın esnafın takıldığı bir yer olurdu. Bu kahvehaneler sıradan insanların doldurduğu mekânlar gibi havasız, sayısız nefesin sıcaklığından, nem ve yaşlı insanların çürüyen yaprakları andıran gürültüsüz, tuhaf görüntüsünden ortama ebruleşmiş bir hava yayılan, insanı usulca içine alan, uyuşturan ve saatlerin nasıl eriyerek, insanlara sıvaşarak geçtiği anlaşılmayan yerler olmazdı. Yaşamın ağır temposunda uyuklayan, gevşeyen ve birbirinin sıcaklığına kürnekteki koyunlar gibi sokulan insanları burada bulamazdınız. Buradaki insanlar, yaşamdaki mevki ve otoritelerini de sanki yanlarında getirmişler, ara sıra onu çıkarıp birbirine gösteren ya da usulca eliyle yerinde mi diye yoklayan bir atmosfer oluştururlardı.
295 öğeden 311 ile 295 arasındakiler gösteriliyor.