Kendimiz için,hakikati yaratmayız; böyle bir tarz, cinneti veya izafiyetçilik bataklığını ortaya koyar. Fakat biz, her birimiz kendimiz için doğrunun peşinde olmak zorundayız, felsefenin özü budur. Felsefe her şeyden önce tefekkür eden aklın bir teşebbüsüdür.
Bana göre, bir tanrının olup olmadığı sorusu, rasyonel ve makul bir şekilde tartışılabilir ve tartışılması gerekir. Böyle bir tartışma belli sonuçlar ortaya koyacağı için denemeye değer olabilir. Bu hakiki, anlamlı ve önemli bir sorudur -bizim için, keyfi veya rastgele taraf tutulamayacak kadar önemlidir. Bu soruya verilen ne olumlu ne de olumsuz cevap açıkça doğrudur. Fakat bu mesele, hakkında anlamlı argümanlar ve deliller getirilemeyecek kadar muğlak da değildir.
Fakat dindar insanlar, Tanrı'nın nihai gerçeklik olduğuna inanmanın, mesela bir siyasi partinin nihai önemde olduğuna inanmaktan farklı olduğunu iddia etmek ister.
Uzamı olmayan, düşünen bir cevher olarak, nefs (ben, benlik, zihin) hem bedenden farklıdır hem de onunla o sırada bağlantılıdır. Nefsin işlevleri zihinseldir, kendinin farkında olmayı, hafızayı, tasavvur etmeyi ve heyecana kapılmayı ihtiva eder.
Açık teizmde tasavvur edildiği kadarıyla Tanrı hem kâdir-i mutlaktır, yani O, yapması mantıksal olarak mümkün olan her fiili yapabilir, hem de âlim-i mutlaktır, çünkü bizatihi bilinebilir olan her şeyi bilir.
Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'inde, Ivan Karamazov bir Rus Ortodoks manastırına yeni girmiş olan kardeşi Alyoşa'ya küçük çocuklara işkence etme ve onları öldürmeyi içeren durumların bir listesini sayıp döker. Sonra da Alyoşa'ya şu can alıcı soruyu sorar: "Eğer sen Tanrı olsaydın halihazırdaki dünyayı yaratmaya rıza gösterir miydin, şayet bu dünyanın yaratılması pis kokular içindeki kulübesinde masum gözyaşı döken, işkence edilmiş bir çocuğun 'sevgili müşfik Tanrı' diye ağlamasını gerektirseydi ?"
Alyoşa bir an susar ve sonra cevap verir:"Hayır, rıza göstermezdim."
Metafizik bakımdan söylemek gerekirse, kötülük müspet anlamda hiçbir şeyin var oluşunu temsil etmez; daha ziyade kötülük iyiliğin yokluğudur, iyilikten mahrumiyettir.
Tanrı’nın varlığı ve mahiyeti hakkında bazı iddialar ileri süren ve sonra da bu iddiaların ciddi kötülükleri nasıl anlamlandıracağını gösterme konusunda çetin zorluklarla karşılaşan kişi teizme inanan kişidir.
Dünyada kötülüğün olması, çoğu kez pek çok insanın seven ve kudretli bir Tanrı’ya inanmakta güçlük çekmesinin ve hatta bazı müminlerin iman kriziyle karşılaşmasının sebebi olarak zikredilmiştir.
Şayet din sırf bir insani eser ise, dini inançları niçin benimseyelim? Freud dini fikirlere inanmaya devam etmek için iyi bir sebep bulamamaktadır. " Dinler çelişkilerle, tashihlerle ve yanlışlamalarla doludur, onlar vakıaların onları teyit ettiğini söylese de , bizzat onlar teyit edilmemiştir."
Tanrı’ya dua etmek, tabiattan veya meçhul gelecekten duyduğumuz korkuyu izale etmek için giriştiğimiz ayinleri ifade eder. Her ne kadar biz, dualarımızı tabiat üstü bir şeye yöneltiyor gibi görünsek de, aslında onlar bizi, bizim tavırlarımızı ve davranışlarımızı ilgilendirmektedir.
E)Âlemde ahlâkî bir düzen olduğuna inanmamak ümit kırıcı olacaktır; zira o takdirde, ne yaparsak yapalım dünya tarihinin bir bütün olarak iyi olmayacağını düşünmek zorunda kalacağız.
F) Ümit kırıcı olmak ahlaken arzulanmaz.
G) Öyleyse, âlemde ahlaki bir düzen olduğuna inanmak, ahlaken daha üstündür.
H) Teizm âlemin ahlâkî düzeni hususunda en uygun teoriyi temin etmektedir.
J) Dolayısıyla, teizmi kabul etmekte ahlaki üstünlük vardır.