Hayat özlemiyle yanıp tutuşuyorsunuz ama hayatın sorunlarını dolambaçlı bir mantıkla çözmeye çalışıyorsunuz... Söylediklerinizde haklı olabilirsiniz ama sizde tevazu yok; hiçbir değeri olmayan bir kibir yüzünden doğrularınızı teşhir ediyorsunuz, pazarlıyorsunuz, iki paralık ediyorsunuz. Bir şey söylemeye çalışıyorsunuz muhakkak, ama korkudan asıl söylemek istediğinizi söyleyemiyorsunuz, saklıyorsunuz çünkü sizde bunu söyleyecek kararlılık yok, ödlekçe bir yüzsüzlük sizinki sırf. Bilincinizle övünüp duruyorsunuz ama ayağınızın yere bastığından bile emin değilsiniz çünkü kafanız çalışsa da yüreğiniz kötülükle dolu, yozlaşmış, ama yüreğiniz temiz olmadıkça eksiksiz, gerçek bir bilince de sahip olamazsınız. Üstelik ne kadar usandırıcı birisiniz, insanlara nasıl da sırnaşıyorsunuz, bir de hâlâ yüzünüzü buruşturuyorsunuz! Yalan hepsi yalan dolan!
Gülünç bir insanım ben. Artık deli diyorlar bana. Onlara hâlâ her zamanki kadar gülünç gelmiyor olsaydım terfi olurdu bu. Ne var ki, artık aldırmıyorum –bana sevimli geliyorlar artık, hatta bana güldüklerinde bile– gerçekten, özellikle bir şey bana sevimli görünmelerine yol açıyor. Onlarla birlikte gülerdim –kendime değil yani, onları sevdiğim için– onları izlerken bu kadar üzülmesem onlarla birlikte gülerdim. Beni üzen şeyse, Hakikati bilmemeleri, benimse bilmem. Ah, ne de zor Hakikati bilen tek kişi olmak! Ama bunu anlamayacaklar. Hayır asla anlamayacaklar.
Durgunluk! Doğa! İnsanlar yeryüzünde yalnızlar –işte dehşet bu! ... Her şey ölü ve ölüler her yerde. İnsanlar yalnız, etraflarını ise sessizlik kuşatmış– işte yeryüzü bu!