Avrupa’nın en güzel ülkesi İtalya’dır bence. Memleketimden ayrılmak, başka bir yerde yaşamak zorunda kalsaydım, İtalyanca bilmediğim halde, kuşkusuz orasını seçerdim. Gerçi İstanbul özlemiyle gene de yanıp tutuşurdum ama, bana öyle geliyor ki, başka bir ülkede olacağımdan daha az mutsuz olurdum orada.
Herkes kendisiyle tanışmayı çok istediginden bahsetmiş benimse okuduğumda istediğim şey direkt olarak kendisi olmak oldu. Düşüncelerinin neredeyse %70ne katılmama hatta zaman zamam asabımı bozmasına rağmen gerçekten Mina Urgan olmak istedim. Bana kalırsa bir insanın yaşayabileceği en iyi hayatlardan birini yaşamış. Müthiş donanımlı aydın bir çevrenin tam içine doğması, akademik hayatı, özel yaşantısı, Atatürkle bu kadar yakınen ilişkisinin bulunması beni ilk kez birinin hayatına bu denli özendirdi. Kitaplarını okuyup mest olduğumuz o aydın Türk edebiyatçıları kendisinin sadece birer arkadaşı. Müthiş bir ilahi ayrıcalık.
Kitabin siyasi hayatım kısmında değindiği "ne yaptıysam da bi türlü tutuklanamadım" tadında mızmızlanmaları beni çok güldürdü hakkaten de solculuğun bir günah gibi yaşandığı bir dönemde kaç darbe görmüş hiçbirinde karakol yüzü bile görmemiş bir kere tutuklanır gibi olup tekrar bırakılmış :)) özetle müthiş bi hayat yaşanmış bize anıları kalmış.
Trende karşımda oturan, yanında taşıdığı büyük şarap şişesini ikide bir kafasına diken, kıpkırmızı yüzlü, tombalak köy papazı da öyle sevimliydi ki, ona da hiç kızmadım. Oysa herif, Müslüman olduğum için, cehennemde cayır cayır nasıl yanacağımı, bozuk Fransızcasıyla anlatıp duruyor; ikide birde, “gencecik şirin bir kızsın, yazık değil mi sana? Hadi, bir an önce Hıristiyan ol” diyordu. Ben de ona, boyuna şarap içtiği için, Müslümanlara göre asıl onun cehennemde yanacağını ve benden daha yağlı ve alkolle tıka basa dolu olduğundan daha da cayır cayır yanacağını söylüyordum. Fransızca bilen bir yolcu, gülerek söylediklerimizi İtalyancaya çeviriyor, kompartımanımız kahkahayla çınlıyordu.