Muhyi-i Gülşeni

Menâkıb-ı İbrâhim-i Gülşenî yazarı
Yazar
0.0/10
0 Kişi
0
Okunma
1
Beğeni
360
Görüntülenme

Hakkında

Asıl adı Muhammed, lakabı Muhyiddin’dir. Gülşeniyye tarikatına mensup olmasından dolayı Muhyî-yi Gülşenî diye tanınır. Hayatı hakkında bilinenler, Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî başta olmak üzere çeşitli eserlerinde verdiği bilgilerle çağdaşı Cemâleddin Hulvî’nin Lemezât’ına dayanmaktadır. Menâkıb’daki bilgilerden (s. 348-349) dedesi Ebû Tâlib’in İbrâhim Gülşenî’nin müridi olduğu, Şîraz’da ticaretle uğraşan Ebû Tâlib’in Akkoyunlular’dan Şîraz Valisi Sûfî Halîl’in halka yaptığı zulümlerden kaçıp ailesiyle birlikte Kazvin’e gittiği, babası Fethullah’ın burada doğduğu, dedesinin kızılbaşlar tarafından öldürülmesi üzerine Edirne’ye gidip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Hulvî, Muhyî’nin babasının Ekmekçizâde diye tanındığını, kardeşlerinin defterdarlık görevinde bulunduğunu söyler (Lemezât, s. 557). Sekiz on yaşlarında iken bir Nakşibendî şeyhinin yanına evlâtlık olarak verildiğini, şeyhin oğluyla birlikte Edirne’de Beyazıt Medresesi’nde okuduklarını belirten Muhyî (Reşehât-ı Muhyî, vr. 2a) 952’de (1545) İstanbul’da bulunduğunu söyler (a.g.e., vr. 14b). Menâkıb’da, 953 (1546) yılında Ebüssuûd Efendi ile Gülşenî şeyhi Muhyiddin Karamânî’nin meclislerine devam ettiğini, Kanûnî Sultan Süleyman’a yazdığı kasideleri Kapıağası Haydar Ağa vasıtasıyla sultana ulaştırdığını, Farsça’ya hâkimiyeti sebebiyle ağanın kendisine “küçük Acem”, tarih düşürmedeki maharetinden dolayı Ebüssuûd’un “sâhib-i târîh” diye hitap ettiğini (s. 382), Haydar Ağa’nın evinde yapılan bir toplantıda şair Zâtî, Sehâbî, İbrâhim Gülşenî’nin torunu Şehnâme-i Âl-i Osman müellifi Ârifî Fethullah Çelebi ve o esnada henüz ağa olan Şemsi Paşa ile tanıştığını anlatır (s. 413). Bu sırada henüz on sekiz yaşında olan Muhyî İstanbul’a ne zaman gittiği ve bu kişilerle nasıl tanıştığı konusunda bir şey söylememektedir. Bununla birlikte dedesinin İbrâhim Gülşenî’nin müridi ve Ârifî Fethullah’ın İbrâhim Gülşenî’nin torunu olduğu dikkate alınarak onunla ailece tanıştıkları, Muhyî’nin İstanbul’a Ârifî Fethullah’ın yanına gittiği ve onun vasıtasıyla bu çevreyle görüştüğü söylenebilir. Öte yandan Muhyî’nin İstanbul’a devlet idaresinde çalışan ağabeyinin yanına gittiği ileri sürülmektedir (Menâkıb, neşredenin girişi, s. VIII). Hulvî, Muhyî’nin bir gün elinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem’iyle Edirne Eskicamii’ne gittiğini, namaz kılarken kitabı yanına koyduğunu, bu sırada birinin gelip kitaba baktığını, bu kişinin Fuṣûṣ’u bulduğu yerde yakmasıyla tanınan Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi olduğunu, kendisini mülhid diye azarlayıp ağır sözler söylediğini ve hapse attırdığını, günlerce hapiste kaldığını, bir gece kadının kendisini sorguya çektiğini, Fuṣûṣ’un bazı yerlerini okutup şeriata uygun olup olmadığını sorduğunu, verdiği cevapların beğenilmesi üzerine affedildiğini anlatır (Lemezât, s. 557-558). Bu hadiseyi Muhyî’nin kendisinden dinlediğini söyleyen Hulvî olayın cereyan ettiği tarih konusunda bilgi vermez. Ancak Şeyhülislâm Çivizâde 954’te (1547) öldüğüne göre olay bu tarihten önce ve Muhyî henüz çocuk denilebilecek yaşta iken cereyan etmiş olmalıdır. 954 (1547) yılını da İstanbul’da geçiren Muhyî 957-959 (1550-1552) yılları arasında Edirne’de ikamet etti. 1552 yılı sonunda Kahire’ye gitti. Hulvî’nin ifadelerinden, ağabeyinin o sırada Kahire’de defterdarlık yaptığı ve İbrâhim Gülşenî’nin oğlu Şeyh Ahmed Hayâlî’nin müridi olduğu anlaşılmaktadır (a.g.e., s. 556). Kahire’ye gider gitmez kadı nâibi olarak tayin edilen Muhyî bir süre sonra Ahmed Hayâlî’ye intisap etti. Bunun ardından görevinden ayrılmak istediyse de Kadı Bâki Efendi’nin ısrarı üzerine vazgeçti. Bu dönemde şeyhinin kızıyla evlendi. Cemâleddîn-i Hazrecî adlı bir âlimden felekiyyât ve vefk ilimlerini öğrendi. Bir yandan da Mısır’a başdefterdar tayin edilen Bayezid Çelebi’nin oğluna Mes̱nevî okuttu. Kısa zamanda seyrüsülûkünü tamamlayıp hilâfet aldı ve 963 (1556) yılında muhtemelen şeyhiyle birlikte Edirne’ye gitti. İki yıl kadar Edirne’de ve İstanbul’da kaldıktan sonra Kahire’ye döndüğünde Gülşenî Dergâhı’nda türbedarlık yapmaya başladı. 972’de (1564-65) Tomanbay’ın emîrlerinden Tarabay’ın evine yerleşti. 985 (1577) yılında İstanbul’da olduğu anlaşılan Muhyî’nin Mısır’dan ne zaman döndüğü bilinmemektedir. 1008’de (1600) Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî’yi yazmakta olduğu, 1013’te (1604) İmam Şâfiî’nin makamında uzlete çekildiği bilinen Muhyî’nin vefat tarihini Hulvî 1013 (1604), Bursalı Mehmed Tâhir 1014 (1605) olarak verir. Eserlerini içeren mecmuada (aş.bk.) yer alan bir tarih mısraının ebced değerinin 1017’yi (1608) göstermesi onun bu tarihten sonra vefat etmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Unvan:
Halvetî-Gülşenî Şeyhi, Alim ve Şair
Doğum:
Edirne, 1529
Ölüm:
1604

Okurlar

1 okur beğendi.
4 okur okuyacak.
1 okur yarım bıraktı.
Reklam

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok
Reklam