Bu toplumda ahlâkın yeniden belirleyici olması ve güç kazanması, başkalarını temizlemekten ve insanlara ahlâk temelli nutuk atmaktan değil, önce kendimizi ve kalbimizi temizlemeye çalışmaktan başlıyor.
"Toplumsal baş ağrılarının büyüklüğünden midir nedir; aslında basit bir kirli oyun olan, yapan düzeni eleştirmek ve düzeltmek yerine ,derdi küçük çaplı baş ağrılarıyla kendi düzenlerinin görüntü olarak iyi oluşunu tercih ediyor insanlar".
İradesini ortaya koymayan, başka bir iradeye tabi olmaktadır. İktidar olmanın muktedir olmakla ilgili anlamı, bir yandan irade sahibi olmayı da kapsar ve içerir. İradesini kullanamayan bir iktidar, başka bir irade üzerinden ilerliyor demektir. Ya da farklı bir bakışla; iktidarın iradesi varmış gibi göründüğü ve olması gerektiği yerde, başka bir irade oluşmuş ve bu yeni irade kendine bir zaman ve zemin tayini yapmışsa, artık iktidarın iktidar olmakla bağı tabela düzeyine inecektir.
Merhamet yanındakinin yanında sapasağlam durmak değil midir? Sırtını yaslayacak biri arandığında orada olmak değil midir? Ateşe su taşıyan karıncanın yanında olmak, ateşe su taşımak değil midir? İbrahim'in safında olmak merhamet değil midir? Merhamettir. Üstelik bu merhamet hem ahlâktır hem de inanç
Bir toplum neden, kendi tarihsel birikimi üzerinden bir inşaya girişmez de, tüm tecrübeyi ve tecrübeyle eş zamanlı oluşan birikimi sıfırlayarak, yeniden en baştan başlamayı tercih eder?
Bir düşüncenin farklı yer ve zaman itibariyle taşınamayacağını toptancı bir şekilde ifade etmek, insanı gözardı etmektir. Tecrübeler,görünen örnekler ve fiili durum bize, coğrafi tecrübenin ve bütünsel olarak fikirlerin coğrafyalar arası geçişlerinin zor olduğunu da işaret etmektedir. Küreselleşmeye rağmen bu durum değişmemektedir. İnsanlar ve toplumlar giderek kendilerini diğerlerinden farklı kılan özelliklerini aramaya, bunları ortaya çıkarmaya, bunlar üzerinden kendileri ifade etmeye başlamıştır.
Tarihselcilik açısından bakıldığında, tarihselciliğin olayı, olguyu sabitlerken, bağlamın tarih içindeki hareketini daha başlamadan durdurduğu söylenebilir. Tersten okursak bağlamları sabitlemek de tarihselciliği doğuracaktır... Tarihsellik bir çeşit mühürleme işlemi, orada bırakma çabasıdır...
Oysa yazarın kendi sesini duyurması, yazarın önce kendine, sonra savunduklarına, sonra okuyucusuna borcudur. Peki, bu borcu bilip ödemeye girişenlerin hali nasıldır?