Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Halen Koç Üniversitesi, İngiliz Dili ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Geoffrey Chaucer’dan Canterbury Hikâyeleri, Theodore Roethke’den Açık Ev ve John Ashbery’den Dışbükey Bir Aynada Otoportre adlı yapıtları dilimize kazandırdı. Şiir kitapları: Gökçe Yazı (1998), Boşanma Dosyası (1998; Yunus Nadi Şiir Ödülü), Beni Böyle Değiştiren (1999), Aşk Küçücük, Kırılgan (2002), Kokarca Aramak (2005)
“Çürüyen güz yapraklarının
baş döndüren kokusu
uzun süren bir uyuşukluğa
koymuştu ruhumu ve ben
gereken çoşkuyla karşılayamamıştım
yeni yılı.
Fakat bizlere her zaman
bir telafi fırsatı
verecek kadar cömert
işte hayat.”
KÖPRÜ Bu şiirleri yazarak bir yandan oğlum ve ben arasında bir köprü kurmaya niyetleniyorum ve ama gündüz örülüp gece sökülen gergefi gibi Penelope’nin koyduğum taşların bir bir aramızdan akan sanki asitli o nehirden yükselen buhar tarafından gece boyu eritildiğini görerek korkuyorum.
Okur ki gündelik kaygıların
tacizine sürekli maruz bir aciz kişidir,
bin bir çağrıyla kitabın başına otura kalka,
bilsin, olmuşla olacak arasında
sıkışıp kalmış ezik bir hatıra
onu beklemektedir ve adı ayraç olsa da
okuyan bir varlık olarak
onun kimliğinin bölük pörçük parçalarını
birbirine eklemekte, yani onu
bütünlemektedir aslına bakılırsa.
“ İşte öyle güzeldin, orda suya yazılan
En güzel kasideydin, değsen cemreydi suya..”
Nazmi ağıl okumak şiir okumak başka evrenselde yoğunlaşmak gibi , şiire başlarken sitem dolu sözler ile başlar ama son satırlarda bir bir aşk sözcüklerine dökülüyor şiirleri bana göre .. şiiri bana göre hayat gibi görüyor , haylaz bir çocuk gibi davranıyor ondan...
"İğnelerinizi ödünç verin bana,
ne olur, ilmeklerinizi ödünç verin,
ki kelimelerimle giydirebileyim
bu çirkin yeryüzünü
en son modaya uygun,
en kaliteli kumaştan elbiselerle,
ama sırrınızı da öğretin bana,
Evde geçen bütün bir günün ardından elime geçen bu kitaptaki enfes imgeler, arka planda çalan Kara Güneş'in müziği ile birleşince bir türlü bırakamadım kitabı. Saat gecenin ikisi ve ben üzülmekteyim biten 480 sayfaya kalan geride.
Sone gibi birkaç farklı tarzı denemiş şair. Lakin bütün şiirlerinde değişmeyen şeyler var. Anlatımın duruluğu, kelimelerin birbiriyle ses, tını uyumları ve hayatın temel ontolojik sorunlarına yönelik arayışlar... Şairin bütün şiirlerinde hep bir merak var kainatın perdesinin arkasında ne olduğuna dair.
Mesela göz retinasının yırtıldığı bir dostuna yönelik yazdığı 418. sayfadaki Makinist şiirine bakalım. Bu şiirde böyle dramatik bir olayı öyle güzel şiirselleştirmiş ki! Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hemen her şiirinde yaşamın içindeki dramı, güzelliği, hüznü, melodiyi şiire yansıtırken muhteşem ve canlı imgelerle bize tiyatral bir manzara sunmuş şair. Bazen "ah bu imgeyi ben yazsaydım keşke" diye kıskandırdığı da oluyor.
"Pisipisiotunu
avucuma yerleştirip
ellerimi birbirine sürtüyorum." (s.148)
Nadirkitap'ta bulmuştum artık basılmayan bu kitabı. İyi ki karşılaşmışım, iyi ki bulmuşum!