Gelenek nedir ? Gelenek, geleceği inşa etmek için geçmişi yorumlamak, geçmişte yaşananları değerlendirerek geleceğin kuruluşunda faydalı olacak unsurları geçmişin karanlığına itilecek olanlardan ayırmak, yani seçmek ve ayıklamaktır.
Türk devrimi, alışılmışın dışında, çok farklı bir devrimdir; ne Fransızların Bastille baskınına, ne Rusların iç çalışmalarına benzeyen olaylar, ne de faşist ve nasyonal-sosyalist rejimlerin iktidarı ele geçirmelerinden önce yıllarca sürdürdükleri yasaya aykırı eylemler vardır Türk devriminde. Otoriter, disiplinli ve neredeyse yasal bir yapıya sahip olan Türk devrimindeki tek yasadışı hareket, 1920 seçimleridir, ki buna da yasal bir karakterler verilmesi ihmal edilmemiş, düşman istilası nedeniyle çalışamaz durumda olan mevcut yönetimin yetkilerini zorunlu ve geçici olarak Büyük Millet Meclisi'nin devraldığı 29 Nisan 1920 tarihinde ilan edilmiş ve bu olağanüstü hal yasasına dayanan yeni Türk devletinin hukuku, yasal yollardan hiç sapmadan geliştirilmiştir.
...Sonuçta bu haklar adına, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan insanlar iki sınıfa ayrılmış oldular. Birinde her hakka sahip olanlar, yani yabancılar; diğerinde ise ancak yabancıların izin verdiği haklara sahip olanlar, yani yerliler vardı.
Ekonomik açıdan ülkenin en hareketli bölgesinde, Rumların yaşadığı sahil kentlerinde denizaşırı en uzak ülkelerle bile ilişki kuruluyordu ama, yüksek dağların arkasındaki, birkaç kilometre uzaklıktaki şehirlere pek aldırış edilmiyor, İç Anadolu giderek ıssızlaşan bir sürgün diyarına dönüyordu. Ve sonunda İç Anadolu'nun en önemli merkezlerinden biri olan Ankara'dan, şu atasözü ulaştı İstanbul'a: Keçi bile, ancak bağlanırsa kalır Ankara'da.' Osmanlı padişahları, şöhretlerinin ve kudretlerinin doğduğu toprakları, sahibi oldukları imparatorlugu altı yüzyıl boyunca en temiz kanıyla besleyen Anadolu'yu, sonunda bu duruma getirdiler.
Bu noktada şu soru akla gelebilir. O halde Türk demokrasisi neden Batı Avrupa demokrasilerinden farklıdır? Bu sorunun yanıtı basittir. Çünkü Batı Avrupa demokrasilerine düşen görev ile Türk demokrasisinin üstlendiği görev farklıdır. Avrupa demokrasilerin işlevi, kurulu bir düzen içindeki farklı menfaat gruplarını dengede tutmaktır; Türkiye'deki rejim ise, önce devleti ve toplumu yapılandırmakla, sonra da bu çerçevede ortaya çıkacak menfaatleri dikkate almakla yükümlüdür.
1930'larda Ankara Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümü (Geçmişe Dair) Anadolu tarihinden, Osmanlı İmparatorluğunun sona erişine kadar çok kısa bir özet (yaklaşık 80 syf). İkinci kısmında ise (Geleceğe Dair) birinci dünya savaşından sonra Türk devrimi, Türkiye'nin kuruluşu ve geleceği hakkında incelemeler, tahminler, çıkarımlar yer alıyor.
Bu kitap ikinci bölümün hatrına okunur. Çünkü Birinci bölümde verdiği konular 80 sayfada ne kadar işlenebilirse o kadar işlenmiş. Dolayısıyla bitse de gitsek dedirtiyor.
Bazı inkılapların, davranışların vs gerekçeleri sunulmuş. Bilmediğimiz şeyler değil tabi ama dönemin (1930'lar) Avusturya Büyükelçisinin ağzından okumak ayrı bir tat bırakıyor insanda.
Bazı tarihi eksiklikler veya yanlışlıklar var. Başlangıçta taraf tuttuğunu düşünmüştüm. Fakat sonra farkettim ki o dönemde ne Orta Asya tarihi ne de Türk tarihi hakkında günümüzdeki bilgilere sahiptik. Kaldı ki kitapta da belirtildiği üzere Türkler Cumhuriyete kadar kendi tarihlerini hiç bilmediler. Onların tarihlerini başka milletler yazdı. Başkası senin tarihini ne kadar tarafsız yazabilirse..
Son olarak, bu kitabı Ankara ile ilgili gezelim görelim tadında kitap olduğunu düşünüp almıştım. Ama tabi ki alakası yokmuş. Sadece bir buçuk sayfa yer vermiş. Kitabı okuduktan sonra bu da mantıklı geldi. Kendi haline bırakılmış, bakımsız, bataklığa dönmüş toprakların ancak o kadar kültürel tarihi olur, dedim içimden.
1930'larda AnkaraNorbert von Bischoff · Tarihçi Kitabevi · 20152 okunma