Yaşlılığın da nimetleri var. Sanmayın ki her hali zor!
Bir kere, yaş aldıkça insanın üzerine acayip bir rahatlık geliyor. Eski titizlikler, koşarak yetişme telaşları, gereksiz ilişkilere tahammül etme zorunluluğu fılan ortadan kalkıyor. Daha açık sözlü oluyor insan. Dolambaçlı yollara sapmıyor, lafı dolandırmayı zaman kaybı görüp ne istiyorsa direk net söylüyor. Bu yaşlar felsefenin bittiği yaşlar diyorum gülüyorlar. Bizim felsefeci Engin ile hiç anlaşamıyoruz bu konuda. O “felsefe bitmez daima sorgulanacak yeni sorular vardır” der, Heidegger’in “varlığın sesine kulak veren düşüncenin sonu gelmez” düsturuyla alır sazı eline ta Sokrates’e kadar uzanır, bendenizi de yanından kaçırır.
Zaten denizin kenarında sahillere yapılan dev havuzlara da çok kızıyorum. Denize seyrediyor, denizin maviliğinden utanmadan klorlu kuyu suyuyla doldurulan havuzlara girip çıkıyorlar. Bunu da hiç anlamıyorum!
Kişi kendini oyalayacak, mutlu ve huzurlu kılacak uğraşlarını ilk gençliğinden itibaren edinmek zorunda. Yoksa ileri yaşlarında dımdızlak kalmak var. Kendi kutsalını oluşturamayan, başkalarının kutsalını benimsemek zorunda kalıyor!
Sürekli aradık. Neyi aradığımızı bilmeden aradık.
Önceleri sandık ki, aşk ve sonsuz sevgi var ve onu bulursak her şey çok güzel olacak. Sonraları aşkın başlangıçları değil bitişleri simgelediğini öğrendik. Ve her başlangıcın yanında bitişi de görmeye alıştık. Alışmak maskelerin derisini kalınlaştırmaktan başka işe yaramadı. Her geçen gün kalınlaşan maskelerimizle yürüdük hayata. Alıştığımız her şeyi doğal görmeye başladık. Başka türlüsü olmazmış gibi...