Çatıya karşı, yıldızın
yanı başında, boş odanın yanında şarkı söyleniyor.
Ay olmayan bir hâle, lamba olmayan bir ışık var. Solgun toprakta siyah bir dörtgen ama.
Ve bu siyah dörtgen, boş oda.
Her şey orada
ağacın geri dönüşünde
yitik yolda
gözyaşlarıyla şişmiş sessizliğin
yol kavşağında
yeni bir geçitle durdurulmuş yol
ya da rüzgâr ipliğinin ucundaki
örümceğin umudunda
Seni gördüm
Seni duvarın önünde gördüm aslında
Duvarda senin gölgenin oyuğunu gördüm
Kum vardı dahaVe çıplak ayakların
Hiç bitmeyen ayaklarının izi
Nasıl tanıyabilirdim seni
Gök tutuyordu bütün zemini bütün mekânı
Güneşte parıldaşan biraz toprak aşağıda
Çok ararken molozların içini
Çok ararken gecenin inzivalarını
Çok ararken yalanların altını
Örülmüş kökleri
Küflenmiş gülüşleri
Yağlı bitkiyi
Kuru bitkiyi
Cesedi
Bin kollu obur ahtapotu
Hokkabazı
Utanmasız kılıç oburunu
Bütün erdemlerden yıldızlı aynayı
Umutsuz bir vuruş gibi
Kalbinin kendini bitirdiği yansımasız ateş altında
Aynayı boşaltan talih bir yana
Bir kulis iççekişi
Kumda kefenlenmiş çakal rüyası
Çiğ etten bu maske
Köşelerde bulmuş rengini
Kötülüklerinin yeşilimsi tuzundan
Al heybeni
Ört yüzünü
Ve git
Gece altında
Beyazlar yol
Vakit geç
Defol git
Geçsin
zaman
Unut bir gün yaşadığını
Öl bu zamanda
Ve başla yeniden
Soyunan
evrenin son noktasına
Doğru yürümeye
Değiştir elbiseni
Koru derini
Böylece gizlenir doğru yanlışın altına
Zor değil
Gözyaşı faydasız
Geri çekilir kalbin
Ama daha güçlü
ve küçük
İter hayat seni ölüme doğru