8.5/10
7 People
17
Reads
6
Likes
1,613
Views

Rahmi Apak Posts

You can find Rahmi Apak books, Rahmi Apak quotes and quotes, Rahmi Apak authors, Rahmi Apak reviews and reviews on 1000Kitap.
Dedeağaç 1912 Müslüman mahallesinde oturan, tanıdığımız bir ailenin evine giren Bulgar başıbozukları paralarını vermeleri için bir karı kocayı sıkıştırırken, mahallenin en güzel çocuğu olan altı yaşındaki Nuri yattığı minderin üstünde: "Anneciğim korkuyorum" diye seslenir ve titrerken Bulgar başı­bozuğu elindeki tüfeğin süngüsünü zavallı çocuğun karnına sokmuş ve öldürmüş. Küçük bir otel işleten ve Hancı Rasim Ağa denilen kendi halinde zararsız kırkbeş yaşlarındaki adam Ermenilerin ihbarı ile ve güya gönüllü askerlik yapmış­tır töhmetiyle aynı meydana getirilmiş, elleri bağlanarak arkasından süngülenmeye başlanmış. Rasim Ağa, dört beş süngü yediği halde ayakta durmakta devam etmiş of bile dememiş yalnız: "Vurun kahpe gavurlar vurun" diye bağırmış.
Balkanlar 1912 Halk, kendi kasabalarının civarında düşmanla harp edilmesinden çok ürküyordu. Üsküp'te, Kalkandelen'de ve diğer kasabalarda dahi halkın ileri gelenleri çekilmekte olan kıta kumandanlarına başvurarak kendi kasa­balarında istirahat edilmeksizin yola devam edilmesini talep etmişlerdir. Buna hayret edilmemelidir. Biz, su katılmamış Türklerle meskun olan ba­zı Anadolu kasabalarında dahi, İstiklal Savaşı esnasında, çekilen kıtalarımı­zın derhal uzaklaşmasını isteyen, Yunan Ordusunu karşılamak için Rum papazının etrafında toplanıp Yunan kumandanına ekmek ve tuz götüren eşrafı da gördük. Bereket versin ki bunlar azınlıkta kaldılar ve vatansever Türkler bu bozgunculara üstün geldiler.
Reklam
Bulgaristan'dan gizlice getirilen silah, cephane ve bombalar kiliselerin bodrumlarında saklanıyordu. Türk sarıklısı ne ka­dar bilgisiz, ahmak ve menfaatperest ise Bulgar papazı aksine olarak ihti­lalci, milletsever, kurnaz ve feragat sahibi idi. Oldukça yüksek olan tahsil­lerini Bulgaristan'da yapmış olan Bulgar veya Türk uyruklu Bulgar genç­leri, dağların arasında ve her türlü vasıta ve konfordan mahrum, pis ve ge­ri Bulgar köylerinde, boğaz tokluğuna ilkokul öğretmenliği yapıyorlar ve yeni bir nesil yetiştiriyorlardı. Kendi ağabeyleri ve babaları olan ve Bul­garca'dan ziyade Türkçe konuşan eski Bulgarlara da milliyet sevgisini ve Türk düşmanlığı duygusunu aşılıyorlardı.
Sa­rıklı softalar dünya malına heves etmeyiniz, bir lokma bir hırka ile yaşayı­nız diye haykırıyorlar. Türk bunlara inanıyor. Evler pis, tahtakurusu, bit ve pire salgın halinde. Şehirlerde verem, köylerde malarya, çok şükür frengi yok. İçki adeti kasaba ve köylere girmemiş. Bu cihetten üstün du­rumdayız. Alışverişte düzgün ahlak, devlete bağlılık, büyüklere saygı da Türkler hesabına ayrı bir üstünlük.
Bir müstebit nasıl konuştu? 1905 yılında, Balkanlar'da siyasi gerginliğin artması ve Bulgar komita­cılarının da işi daha ziyade azıtmaları üzerine, Harp Okulu'nun bizim önümüzdeki son sınıfının acele imtihanları yapılarak öğrenciler vaktinden üç ay önce subay yapılmış ve Rumeli'deki askeri birliklere sevkedilmek üzere hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Bu esnada bu yeni subaylar diğer öğrenciler gibi zorla camiye sevkedilmeyi ve zorla namaz kılmayı kabul et­mediklerinden bunların bu hareketleri açıkgözün birisi tarafından padişa­ha ayaklanma diye jurnal edilmiş. Okullar Bakanı ve Tophane Mareşali meşhur Zeki Paşa koşarak okula geldi. Ufak bir tahkikattan sonra subay olmuş üç öğrenciyi, üç bin arkadaşının önünde ortaya koyup kendi eliyle bunların üniformalarını sökerek subaylıktan tardedildiğini beyan eyledik­ten sonra sözünü şöyle devam etti: "Efendiler, siz hepiniz adi ve fakir aile­lerin evlatlarısınız. Padişahımız Efendimizin ekmeğini yiyerek burada oku­dunuz, subay oldunuz. Buna şükretmeyerek üstlerinize itaatsizlik etmişsi­niz. Bunu padişahımız haber almış. Beni gönderdi ve size şu lafları söyle­mekliğimi irade buyurdu: Efendimizin size hiç ihtiyacı yoktur. Sizin gibi binlercesini, vapurlara doldurarak denizin dibine dökebilir. Efendimize an­cak sadık kullar gerektir, bunu böyle bilesiniz. Padişahım çok yaşa" dedi, döndü, gitti. İşte istibdadın mareşalı, kendi müstebit efendisinden aldığı emri böylece yaptı. Bizim de ağzımız açık kaldı.
Beyoğlu'nda dükkan ve mağazaların tabelaları Fransızca idi. Ancak bazılarının altında küçük harflerle, adeta bir lütuf kabilinden Türkçesi de bulunurdu. Demiryollarında, tramvaylarda çalışan memurların büyükleri ecnebi, küçükleri de Rum veya Ermeni idi (İstanbul-Edirne), (Edirne­ Dedeğaç), (Dedeağaç-Selanik) ve diğer Rumeli demiryollarında istasyon şe­fi , tren şefi ve kondüktör olarak tek bir Türk'e rastlanmazdı. Türk olma­yan bu memurlar ise Türk yolculara her türlü eziyet ve hakareti esirge­ mezlerdi. Demiryollarında resmi dil Fransızca idi. Tren kalkacağı zaman kondüktörler komplo!! veya fertik!! diye bağırırlardı. İşte, kendi özyurdu­muzda gördüğümüz bu aşağılık manzara yüreğimizi yakıyordu.
Reklam
31 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.