Yorumun “herkes için geçerli” ve “doğru yorum” olmadığını anladığımızda, onun tarihsel özelliği ile karşılaşırız. Her çağda Plato, Dante, Shakespeare, Milton ve mirasımızdaki diğer büyük ışıklar yeniden yorumlanacaktır. Çağdaş sanat ve edebiyat karşısında, bizim geçiciliğimiz içerisinde bunu fark edebiliyoruz. John Barth, John Uptike ve James Baldwin hakkında “tarihin kararını” kendi inceleme ve cesur ifadelerimiz dışında bilemeyiz. Gerçekten de Hemingway, Faulker ve T.S Eliot hakkındaki karar da nihai olmaktan uzaktır. Teorik ve bilimselliğe görülebilir ve hesaplanabilirliğe -ayrıca tamamen durağan mekanik zihinsel tarih dışında bulunan onları kavramak adına kendimizi anlayışımızın devreye girmediği şeylere -ait sahte nesnelliğin ötesinde bir şey araştırdığımızda tarihselliğin farkına varıyoruz . “kişisel bilgiyi” istememizde, bilimin kökenlerini sebebiyet ortamlarını nörolojik geçmişi çılgınca arayışlarımızda ve edebiyatı yorumlarken müşahhas bilincin zenginliği ve karışıklığına dönme talebimizde tarihselliğe ulaşmaktayız. Bilimsel kavramların temiz ve açık kavramlarını, gündelik yaşantımızı geçirdiğimiz karışıklık, belirsizlik ve muzdariplik dünyasıyla yan yana koyduğumuzda varlığın tarihselliğini hissedebiliyoruz. Dil tarihseldir -bizim kültürümüzün görüş açısıdır. Kısacası yorum tarihseldir ve eğer biz onu başka bir şekle, daha düşük bir duruma sokmak istersek, yorumumuzu ve aynı zamanda kendimizi fakirleştiririz.