1932’de Polonya’nın doğusundaki Pinsk’te dünyaya geldi. 1956 yılında gazeteciliğe başladı ve Hindistan’a gönderildi. 1962’de Polonya sınır bölgesiyle ilgili anlatılarını topladığı The Polish Bush adlı ilk kitabı büyük ilgi topladı. Mesleğini Üçüncü Dünya ülkelerinde sürdürdü. 1981’den beri serbest gazeteci ve yazar olarak çalışıyor. Times ve The New Yorker gibi önemli gazete ve dergilerde sayısız makalesi yayımlanan Kapuscinski’nin Türkçeye aktarılan eserleri şunlardır: Şahların Şahı (Metis, 1989), İmparatorluk (Om, 1999), Futbol Savaşı (Om, 2000) ve Afrika Aslanı (Om, 2000).
Her insanın, karşılaştığı her gerçekliğin üzerine, genelde refleks olarak ve düşünmeden giydirdiği bir keşfetme ve yorumlama ağı vardır. Ne ki bu başka gerçeklikler sıklıkla ağımızın koduna uymaz, oturmaz ve işte o zaman o gerçeklik ve unsurları hatalı olarak okunabilir ve sonuçta da yanlış yorumlanabilir. O andan itibaren de o insan sahte bir gerçeklikte, gerçek olmayan ve aldatıcı işaret ve kavramların dünyasında hareket edecektir.
Bu seferinde de öyle olur.
Gelişmiş, yerleşik, örgütlenmiş toplum net şekilde belirlenmiş, tanımlanmış rollerin topluluğudur, ne ki üçüncü Dünya kentleri sakinlerinin büyük kısmı için bu söylenemez. Tüm mahallelerini biçimlenmemiş, akıcı, sınıflandırılmamış, konumdan, yerden ya da amaçtan yoksun bir element doldurur. Bu insanlar her an öylesine bir nedenle, her konuda söyleyecek bir şeyi, her şeye zamanı olan, bir şeye katılmak, bir anlam ifade etmek isteyen bir izdiham, yığın, kalabalık oluşturabilirler, ne ki kimseler ona dikkat etmez, kimseler ona ihtiyaç duymaz.
Diktatörlüklerin tekmili işte bu paha biçilmez magmadan nasiplenir. Pahalı bir polis ordusu beslemeye bile gerek duymazlar. Hayatta herhangi bir şey arayan bu insanların kapısını çalmak, onlara bir işe yarayabilecekleri, birinin onlara bel bağladığı, fark edildikleri, bir anlam ifade edebilecekleri duygusunu vermek yeter.
İşte dünyanın enerjisinin nerelere gittiğinin yanıtı.
Nasıl da akıldışı. Nasıl da yararsızca.
Çünkü Çin Seddi, ıssız dağlar ve yaban topraklarda kilometrelerce uzayıp giden bir duvardan dev, duvardan kale, duvardan bir gurur nesnesi ve daha önce de söylediğim gibi dünya harikalarından biri olmakla birlikte, insanların zayıflıklarının ve sapkınlıklarının, tarihin korkunç bir hatasının, gezegenimizin bu bölümündeki insanların anlaşma yetisinde olmadıklarının, bir masaya oturup da insan enerjisi ve aklının orada biriken kaynakları nasıl faydalı kullanılır diye beraberce konuşup tartışabilecek yetide olmayışlarının da bir kanıtıdır.
Gerçek bir yalnızlık hissettiğim tek anlardır bunlar: Hesabı sorulmayacak bir zorbalığın karşısında tek başına olunduğu zamanlar. Dünya tenhalaşır, susar, insansızlaşır ve kaybolur.
Drina taraflarına yaptığım yolculuktan sonra sürekli gözüme çarpıp duran Abanoz adlı kitapla bir de Afrika yolculuğuna çıkmak istedim. Eski bir kitap aslında. Genel olarak bakacak olursak 1960 ve 94 yıllarını kapsıyor. Kaleme alan Polonyalı bir gazeteci. Anı kitabı hissi veriyor. Salaş fakat bir o kadar ilgi çekici şekilde yaşadığı deneyimlerini
Abanoz
Polonyalı Gazeteci Yazar Ryszard Kapuscinski’nin 1950 Li yıllardan 1980 li yıllara kadar Afrika’ya yaptığı gazetecilik ve gezi amaçlı yaptığı seyahatler de gözlemlediği gezi notları.
Afrika dediğimizde ilk aklımıza gelen, vahşi yaban hayatının anlatıldığı belgesellerden bildiğimiz yerlerdir. Bazen de TV ler de haber değeri fazla önem
Dünyanın en sıkıcı kitabı olabilir, sırf bir kitabı yarıda bırakmayı sevmediğim için bitirdim. Doğru düzgün bir olay örgüsü yok, herhangi bir akıcılığı yok. Sende konunun ilerleyişi ile ilgili bir merak duygusu uyandırmıyor.
Afrika AslanıRyszard Kapuscinski · Om Yayınları · 200010 okunma