Merhaba arkadaşlar, size öyle bir kitapla geldim ki, bitirdiğinizde yüksek sesle “Aman tanrım , bu da neydi böyle?!” diyeceksiniz. Normalde bu kitap Cam şato serisinin ikinci kitabı. Bilmiyorum, belki de serinin diğer kitaplarını da bitirdiğimde bundan da büyük tepkiler vereceğim. Çünkü sadece ikinci kitap olsa bile, olay örgüsünün nereye gittiği
Aelin'ın gözlerinde ümitsizlik vardı.
Saf ümitsizlik. Işıksız, Çaresiz. Ölümü arzulayan türde bir ümitsizlik. Gücü aşındıran, dayanma kararlılığını yiyip bitiren bir ümitsizlik.
Uzun uzun, geniş geniş, tereddüt etmeden ve kendini dizginlemeden gülümsedi. Isaac bana hiç böyle gülümsememişti. Ve Isaac karşısında nefesim hiç böyle kesilmemişti.
"Kendimi kitaplara verdim, hiç duymadığım kişilerle ve yerlerle ilgili hikayelere. Beni koyu umutsuzluğun pençesine düşmekten alıkoyan şey belki de bu hikayelerdi."
Hayatımda okuduğum en kötü çeviri. Sis ve Öfke Sarayı’nı 6 günde okuyan ben 15 gündür ite kaka 60 sayfa ancak okudum. Okuduğum her cümle de burnumdan geliyor, okuyup keyif alabileni tebrik ediyorum. İlk 3 kitaptaki çevirmen harikaydı kurgu da akıp gidiyordu. 4. Kitapta da aynı çevirmenin ismi var ancak dağlar denizler kadar fark var. Aynı kişi olamaz, kimle çalışıldı, İngilizce öğrenmeye çalışan bir ortaokul öğrencisiyle mi? Bu kitap beni inanılmaz düşürdü, bırakın beşinci seriye başlamayı bunu bitirebilecek miyim bilmiyorum. Yazarın emeğine yazık edilmiş.