Kimya Yüksek Mühendisi olan Fener, “Sinefekt Post Prodüksiyon Hizmetleri”nde film laboratuarında kimyager olarak çalıştı. Mimar Sinan Üniversitesi Sinema TV Enstitüsü’nde “Film Kimyası” dersleri verdi. Kodak’ta Sinema Filmleri departmanında 1,5 yıl, ABD’de de araştırma ve üretim bölümünde çalıştı. Kodak Türkiye’de Eğitim Koordinatörlüğü ve Sinema Filmleri yöneticiliğini yaptı. TRT’de Film Tekniği ve Kamera Tekniği ile ilgili seminerler verdi. Film Stüdyolarının teknik elemanlarına yönelik bir dizi eğitim programı yönetti. Şafak Film ve Video Stüdyolarında çalıştı. “HD Sinematografi” isimli bir kitap yazdı. Kısa, Belgesel ve Uzun metraj sinema filmlerinde yapımcılık yaptı. Halen sinema alanında film teknikleri konusunda eğitici çalışmalar yapmaktadır.
Her kadının hikayesini birer perdelik oyun üzerinden kursak dört perdelik harika bir tiyatro oyunu yaratılabilir bence.
Bu muazzam diyaloglar kesinlikle sahneye taşınmalı diye düşünüyorum.
Dört kadının hikayesini, gezi direnişinin felsefesiyle bütünleştirerek bizlere çok güzel bir kitap armağan etmiş Sema Fener. Gezi direnişinin ortaya çıktığı süreçte özellikle kadın ve kadın bedeni üzerinden oldukça ağır bir şekilde yürütülmüş olan siyasi ve sosyal gündemi hatırlarsınız. Eril söylemin kadın bedeni üzerindeki yıkıcı söylem ve yaptırımları belki de Cumhuriyet tarihinde en ayyuka çıktığı dönem diyebiliriz. Gezi direnişinin kadınlar açısından önemi de bu noktada çok daha büyük bir anlam ifade ediyor. Kendini bir anda belki de hiç tanışamayacağı (tanışmak istemeyeceği) gerçeklerle yüzyüze bulan insanların şaşkınlıklarına tanık olduk gezide. Verilen kadın mücadelesinin nasıl yalnız bırakıldığını herkes gördü bir kez daha. Tabi kim kendisine, ne kadar pay çıkardı bilemem ancak bir tokat gibi yüzünde patladığı bir gerçekti insanların. Hem yanyana olanlar hem de karşısında olanlar için de geçerliydi bu durum.
Kadın mücadelesinin dört ayrı ''ilkbahar'' üzerinden gezi ruhuyla harmanlayarak anlatıldığı bu eser yakın tarih edebiyatımız için güzel kitaplardan biri ancak umarım bir gün tiyatro sahnelerinde de izleme şansımız olur. Klasik bir edebiyat kitabından çok tam tiyatroluk bir kurguya sahip çünkü.
Hastanede Cinayet yazarın bir önceki çalışmasıydı. Ve Cinayet Malikânesi'ne kıyasla çok daha iyi bir hikâyeydi. Cinayet Malikânesi ise ne yazık ki oldukça kötü bir eser.
Bu kitap esprili, mizah ve gizem dolu yapısını olayların akışındaki hızı tutturamaması bir yana, bir çok olayı doğa üstü bazı gelişmeleri de içine alacak şekilde bir arada kullanınca ortaya kötü bir bulamaç çıkıyor.
Bir yazar yazıp hikâye anlatabildiği için takdir edilmeli mi? Türk polisiyesi söz konusu ise, evet. Çünkü bunu yapamayan yazarlarımız da var. Acaba polisiye seçilmesinin sebebi ben bunu anlatırım diye kendini rahat mı hissetmek? Evet ama senelerce edebiyatla kitapla iç içe olan yazarların başka yazarları okumadığını düşünemeyiz, okuyorlardır herhalde. İnsanlar neleri anlatabiliyor hikâyelerinde, romanlarında; polisiye de kolay olduğu için değil, iyi olduğu için okunuyor olsa gerek. Kötü edebiyat her yerde kötü edebiyattır. Bu kitap da basılmadan önce birileri tarafından okunmuş olsa gerek. Ama nasıl oldu da bu kitap tekrar tekrar gözden gecirilmedi, yeniden yazılmadı? Çünkü sonuç hakikaten kötü.
Sema Fener kitabın sonunda doğa üstü ve fantastik ögelere fazlasıyla yer verdiği için ikinci kitabında muhakkak bu fantastik ögeleri akla uygun şekilde izah edeceğini söylüyor, ama bu doğru bir yöntem mi bilmiyorum.
Fantastik ögelerin bulunmadığı bir cinayet Malikânesi daha iyi bir sonuç verebilirdi, bunu da iyimser bir şekilde söylüyorum.
Kitap eksik kalmış. Bölük pörçük kopuk kopuk Yüzeysel. Olay örgüsü ve karakterle bağı çok zayıf. Agatha Christie tadında başlıyor. Fakat ne karakterler işlenmiş, ne de olay örgüsü bunu desteklemiş. Her şey havada kalmış, pat diye bitiyor. Acımasız bir eleştiri yazmak istemezdim ama kitap adeta bir eskizin eskizi gibi. Sanki yazarken de sıkılmış, üşenmiş. Bir de hikayeye ruhları, ölüleri karıştırmış ki iyice karmaşa olmuş. Adeta bir tutam ondan, bir tutam bundan, bir şablona uyar gibi. Ama bütün yok.