Görüşlerini ciddiye aldığımız, kendilerinden istifade ettiğimiz veya insanlığı etkilemiş olan büyük düşünür ve filozofların birçoğunun temel eğitiminin dini kurumlarda verilmiş ya da oralardan alınmış olması gerçeği hatırlanmalıdır
Kültürel zemin açısından üzerinde durulması gereken hususlardan birisi de Türkiye Diyanet teşkilatıdır. Mevcudiyetinin meşruiyetini anayasadan alan bu kurum maalesef ne dindarları ne de dine mesafeli duranları memnun edebilmiştir.
Herhangi bir devlet gibi Türkiye'nin de halkına dini öğretmesinden daha doğal bir şey olamaz. İnsanlık tarihi içinde dine bigane kalan herhangi bir medeniyet yok gibidir. Farklı dinlere ya da mezheplere mensup olsa dahi, devletin vatandaşlarına en azından kültürel seviyede dini öğretmesi yadırganmamalı hatta talep edilmelidir.
Türkiye'de bazı ara dönemler olmakla birlikte özellikle Tevhid-i Tedrisat Kanunu'ndan sonra din eğitim ve öğretimi devlet eli ile verilir olmuştur. Ancak bu durum halkın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemiştir. Ortaöğretimde haftada iki ders saati olarak verilen bu öğretim ne entelektüel düzeyde din bilgisinin aktarılmasına yetmiş ne de iyi bir dindarın yetişmesine katkı sağlamıştır. Okullarda okutulan bu dersler çoğu zaman ortalama yükseltme aracı olarak görülmüş ve ne yazık ki öğrenciler tarafından fazla ciddiye alınmamıştır. Bu durum halkın, çocuklarını imam-hatip liselerine yönlendirmelerine yol açmış, bunun sonucu olarak da o kurumlarda gereksiz bir şişkinliğin doğmasına sebep olmuştur.
Bir İslam ilahiyatçısını sosyologdan ayıran şey, din konusunda üzerinde hissettiği sorumluluk ve aidiyet duygusudur. Bu duygu, onu dini ihtilaflar konusunda sade bir sosyal gözlemci gibi bakmasını engeller.
Dinin kaynakları arasında aklın da bulunduğu ve imana akılla ulaşılabileceğini ileri süren Maturidi anlayışının bir benzerini Hacı Bektaş'ta da görmek mümkündür.
Dönemin önemli isimlerinden olan Mevlana, İbn Arabi ve Sadreddin Konevi gibi isimler Arapçanın yanında Farsça gibi dillerle konuşup yazarken, Hacı Bektaş Veli, çoğunlukla Türkçeyi tercih etmiştir.
Hacı Bektaş Veli öğretisinin itikadi temelinde ise özellikle Kerramilikle birlikte birlikte Maturidiliğin bulunduğunu söylemek gerekmektedir. Tarihte ve günümüzde Bektaşilerin dini pratikler konusunda rahat bir kesim olduğu bilinmektedir. Bu tutum Hariciler veya Ehl-i Hadis tarafından benimsenecek bir anlayış değildir. Oysa gerek sufi niteliğine sahip olan Kerramilik ve gerekse iman-amel ayrımını ısrarla benimseyen Maturidi ve Maturidilik, genel İslam anlayışı açısından her ne kadar tasvip edilmese de, böyle bir kültürün geliştirmesine zemin hazırlayabilir.