Veee hafta sonuna yakışır bir Fol Kitap yayını ile geldim.
Hemen bir soru ile başlayayım:
Sizce, eski zamanlardaki şiddetin sinematik anlatımları ile zihinlerimizdeki algısına baktığımızda, günümüzde şiddeti önlemek adına varolan kurumlara ve insan hakları kanunlarına rağmen "şiddet" azalıyor mu?
Sinisa Maleseviç'in "Örgütlü
Döngüsel tarihi bakış açısına göre grup mücadelesi sosyal değişmenin temelidir: Bir grup diğerini zapt ettiğinden toplumsal yaşam doğası itibariyle şiddet içerir.
Başka bir diyişle ne şiddet ne de toplumsal hiyerarşiler modernitede yok olmaz: sadece dönüşürler ve daha çok meşruiyet isterler. Daha da önemlisi yaygın algının aksine modernite şiddet ve tabakalaşma arasındaki göbek bağını kesmeyi başaramamıştır. Tıpkı kendisinden önce gelenler gibi bu çağda da toplumsal eşitsizlik baskıcı örtüsünü korumaya devam eder. Fark modern dönemde ideolojinin hem şiddeti hem de tabakalaşmayı yatıştırıp dışsallaştırmaya yardımcı olduğu ve dolayisiyla onları daha az görünür kıldıği yapisal gelişmeden kaynaklanir
İdeolojik meşrulaştırma genelde topluma doğrudan tehdit olmadığında bile geniş bir alanda yankı yapar. Örneğin sayısız sivilin ölümüyle sonuçlanan 1991 Körfez Savaşında Bağdat'ın bombalanması birçok anaakım Amerikan gazetesinde meşru kılınmıştır. Washington Post'un retoriği bu durumu çok iyi özetliyor: “Bir savaş başladığı zaman, bununla öyle bir soğukkanlılıkla yüzleşmek gerekir ki... Şimdiye kadar rasyonel bir şekilde askeri hedefler olduğuna inandığımız hedeflere titiz bir şekilde saldırdık, Bağdat'ın bombalanması üzüntü vericidir, pişmanlık değil” (Sifry ve Cerf 1991: 333).
Ancak genelde dışsal zalimliği meşrulaştırmayı izleyen düşmanın insandışılaştırılması psikolojik bir fenomen değildir. İşin içinde sosyolojik bir uslamlama da vardır. Bu söylemlerde kritik olan şiddet ve toplumsal hiyerarşiler arasındaki bağdır.