“bana gelirseniz şayet
hiçistanın ardındayım!
hiçistanın ardında bir yer var
hiçistanın ardında havanın damarları
toprağın en uzak yığınında açan çiçeklerden
haber getiren habercilerle doludur.
kumlar üzerinde,
şakayık miracı tepelerine yol alan
zarif atlıların toynaklarının izi var.
hiçistanın ardında istek şemsiyesi açıktır
susamışlık meltemi bir yaprağın dibine koşsun diye
yağmurun çanları çalınır
insan burada yalnızdır
ve bu yalnızlıkta
bir karaağacın gölgesi sonsuza dek akmakta.
bana gelirseniz şayet
yavaş ve yeğni gelin
yalnızlığımın ince çinisi
çatlamasın...”
dün gece biri öldü
ve buğday ekmeği iyidir hâlâ
ve hâlâ su aşağılara akıyor, atlar içiyor
damlalar akıyor
kar suskunun omzunda
ve zamansa yaseminin omurgaları üzerinde!
dünün dolabı doldu taştı hasretle, hüzünle... yazık!
yarının yükleri hep keşke, keşke
bu anın kabı boştur ama
göğsün alanı kimi ağırlayacak
gam varınca yoldan, bu göğsün kapısını açma ona
Tanrıya sadece boyun damarı kadar bir yol var
Tanrı varken hüzne bu evin vaadini verme asla!