Siyah Bilinci'nin sırf bir yöntem olduğu yahut amaca giden bir yol sunduğu fikri derhal terk edilmelidir. Siyah Bilinci'nin derdi, sürecin sonunda, kendilerini beyaz topluma muhtaç görmeyen gerçek siyah insanlar yaratabilmektir. Bu hakikat tersine çevrilemez. Bunun için özür dilememiz gerekmiyor çünkü beyaz sistemlerin, dünyanın her yerinde kendilerinin de birer insan olduğunu fark etmeyen bir sürü insan peydahladığı vakıadır. Yarattığımız değerlere olan bağlılığımız da tersine çevrilemez çünkü beyaz değerlerin zorunlu olarak en iyi değerler olduğunu kabul etmek daima bir aldanış olacaktır. Bir senteze varılabilir olması da yalnızca güç siyasetine kablınakla ilişkilidir. Bu çizgi dahilinde bir yerlerde birileri böylesi bir hakikati kabul etmeye mecbur edileceklerdir ama burada biz, bizimkinin hakikat olduğuna
inanıyoruz.
Dolayısıyla, Hegelci diyalektik materyalizm teorisine dayanarak yapılacak genel bir analiz şöyledir: Tez, bir beyaz ırkçılığının olduğu ise, ortada yalnızca bir geçerli antitez olabilir, yani teraziyi dengeleyecek gerçek bir siyah birliği. Eğer Güney Afrika, siyahlar ile beyazlann grup sömürüsü korkusu olmaksızın uyum içinde birlikte yaşadığı bir yer olacaksa, bu yalnızca, iki karşıt grubun etkileşim içinde olmasıyla, fikirlerden uygulanabilir bir sentez ve bir modus vivendi üretmesiyle mümkündür. Toplumumuza bu kadar etkin bir şekilde nüfuz eden beyaz ırklara sağlam bir karşı duruş sergilemeyecek hiçbir mücadeleyi yürütemeyiz.
O uğursuz yıldan -1652'den- bu yana, kültürel etkileşim süreci yaşıyoruz. Belki buna "kültürel etkileşim" demek hadsizlik olur çünkü terim farklı kültürlerin kaynaşması anlamına geliyor. Bizim durumumuzda bu kaynaşma aşırı bir şekilde tek taraflıdır. Karşılaşmış ve "kaynaşmış" iki büyük kültür, Afrika Kültürü ile Anglo-Boer Kültürü'ydü. Afrika kültürü basit ve sadeydi ama Anglo-Boer kültürü sömürgeci bir kültürün bütün şaşaasına sahipti ve bu yüzden de fethetme konusunda hayli donanımlıydı. Mümkün olan her yeri iknayla fethetmişlerdi; bütün diğer Tanrıları kötüleyen ve giyim kuşama, eğitim ritüeline ve geleneğe katı bir davranış kodu dayatan son derece dışlayıcı bir dini kullanıyorlardı. Din değiştirtmenin mümkün olmadığı yerde silahlı kuvvetler hazır bekliyor ve bir üstünlük yaratıyordu. Dolaysıyla Anglo-Boer kültürü neredeyse bütün alanlarda çok daha güçlü olan kültürdü. Burası, Afrikalının kendine ve çevresine olan hakimiyetini kaybetmeye başladığı yerdir. Nitekim Afrikalı halkın kültürel yönlerine göz atan birisi, ister istemez kendini kıyaslama yaparken bulur. Bunun başlıca sebebi "üstün" kültürün yerli kültüre yönelttiği aşağılamadır. Anglo-Boer kültürü her zaman, sömürgeci özünü haklı göstermek adına, yerli halkın bütün kültürel yönlerine aşağı bir konum atfetmeye yönelmiştir.