Bir keresinde bana, yazı ya da çizi olsun bir şekilde kalemi kâğıda değdirmeden geçen tek bir gün yaşamanın, ruhuna tam bir işkence olduğunu söylemiştin.
Çoğumuz evlenmemekten gayet memnunuz. Değerli bağımsızlığımızı, talihimiz ne kadar sefil olursa olsun, sizin gibi bencil bir budalaya bir ömür esaret ve hizmete değişmeyiz!
"Herhalde konfor için evlenmemi istemezdin anne, arada sevgi yoksa?"
"Eğer evlenirsem, aşk için olur. Derin, gerçek, tutkulu aşk; saygı, değer, arkadaşlık ve kafaların uyumu. Asla, asla ekonomik güvenlik için değil!"
Yirmi dokuz yaşındayım ve daha hayatımla ilgili hiçbir şey yapmadım. Bir uğraş bulmalıyım, olduğumdan daha iyi bir şey olmalıyım. Düzgün bir İngiliz kadınının evden ya da ülkeden ayrılmadan hayatını kazanması için bir yol olmalı! Bir gün bunu bulmaya, bulamasam da girişimimde yok olmaya kararlıyım.
Hem neden, hikâyenin amacı ya da dersi olmadığından yakınıp duruyorlar? Her kitapta ders mi olmalı? Engellenmemiş tutkunun vahşileştiren gücünü ve etkisini incelemenin hiç değeri yok mu?
Vaftiz adlarımızı da ciddi olarak düşündük. Kendimizi kadın olarak duyurmak istemiyorduk, ama aynı zamanda, çok kesin biçimde erkek isimleri de kullanmak istemiyorduk, çünkü bu düpedüz yalan olurdu.