Modern Müslüman dünyanın pek çok yönetimi, dini eğitim ve hareketleri destekleyerek dini meşruiyetlerine devasa yatırımlar yapmaktadır. Bunun nedeni de genellikle güçlü olmaları değil, tersine zayıflıklarıdır.
Kutuplaşmış bir politik ortamda, bireyler isteseler bile tarafsız bir konuma yerleşemezler. Her iki taraf da tarafsızlığı ya da ılımlılığı düşmanla işbirliği olarak algılayabilir ve böylece ılımlılar iki ateş arasında kalabilir.
Devletin misilleme yapmasından korkan muhalifler, düşündüklerini söylemekten, resmi politikalara ilişkin kuşkularını dışa vurmaktan, reform isteklerini dile getirmekten kaçınırlar. İşte bu “ yalanla yaşatmaktır.”
Bazı İslami ticaret ağlarının çarpıcı başarısı, İslam’ın ticaret ve ekonomik büyümeyi desteklediğinin bir kanıtı olarak resmedilmiştir. Ancak bunların faaliyetleri, ayırt edici bir biçimde İslami kurumlara dayanmaz. Kârlılıkları İslam’ın doğasında var olan etkenlerden çok, kulüp ürünleri mantığından kaynaklanır. Üyelerine kayırmacılığı dayatma konusunda, etnik köken, din ya da bölgesel köken bir ortak özellik üzerine inşa edilmiş diğer ağlar gibi davranırlar. Benzer şekilde, ranta erişim karşılığında siyasal partilerle ittifak kurma konusunda da İslami ağlar, dünyanın dört bir yanındaki rant peşinde koşan derneklere özgü davranışlar sergilerler.
Düşük genelleşmiş güven, Müslüman toplumların önündeki ana ekonomik engeller arasındadır. Ne yazık ki, güven hızla inşaa edilemez. İnsanların tekrarlanan başarılı ticaret yoluyla yabancılara ve kurumlara güvenmeyi öğrenmesi birkaç nesil alabilir.