Konuya ilgimin ve yazarın tarzının da etkisiyle çok akıcı bir şekilde bitirdim. Türk ve islamiyet kavramlarını sosyoloji, hukuk, dil, sanat ve çeşitli başlıklarla çok güzel incelemiş. Okunmasını öneriyorum, çok fazla yeni bilgi kazandırıyor.
Yazarın tarafsız yorumları ve bazen duygusal ifadeleri ayrı bir keyif kattı. İçerik ne güzelleme ne de kötüleme, iki yönlü araştırmaları paylaşıyor
Zamanın en etkili eğitim kurumları Medreselerin bin yıl Türkçeyi kapısından içeri sokmadığını görmüştük. Kız çocukları yani geleceğin anaları ise Medreseye gidemiyorlardı. Göçebelerin ise esasen Medrese ile alışverişleri yoktu. Fakir köylülerden çocuklarım Medreseye gönderebilenler herhalde pek azdı. Böylece halk kütlesinin büyük çoğunluğu Türkçeden başka dil bilmiyor, Medresede Arapça öğrenmiyor, Fars edebiyatı taklidi eserleri de okuyamıyorlardı. lşte bu insanlar Türkçeyi kurtardılar.
Nergisi, Türkçe "kafasını kılıçla gövdesinden ayırdı" cümlesini bakın ne hale sokmuş: "Mikras-ı tig ile gerden-i kafur iltibasından fark-ı pürlemeanını cüda kıldı". Keza, "canı cehenneme uçtu" yerine: "bala-yı kuh-sar-ı serinde aşiyan saz olan zag-ı cifehar-ı can-ı habisi şigaf-ı tarekinden nişip-gah-ı duzahha pervaz eyledi" diyor. lnsan bu son cümleyi okurken, bu tarzda yazanların canı için de daha iyi bir temennide bulunmaya dili varmıyor.
"Türk dilinin gramer kuralları o kadar düzenli, o kadar mükemmeldir ki bu dilin, dil bilginlerinden oluşan bir heyet, bir akademi tarafından şuurlu bir şekilde yapılmış olduğunu zannetmek mümkündür"
lslamiyette kadının Hukuktaki ve Toplumdaki yeri, maalesef hiç de iyi değildir. Bu inkarı imkansız bir gerçektir. Bunu pekala bilen Müslüman yazarlar, durumu kurtarmak için, İslam Öncesi Arabistan'da kadının durumunun çok daha kötü olduğunu, bunun İslamiyet sayesinde düzeldiğini özellikle vurgulamışlardır. Bu fikre karşı çıkan ciddi Batılı ve Doğulu bilginlere göre, kadın'ın Cahiliye Dönemindeki durumu hiç de iddia edildiği gibi feci değildi. Bu hususta Corci Zeydan isimli Arap araştırıcının, Türkçede 5 cild halinde yayınlanmış "lslam Medeniyeti Tarihi"nde yeterli bilgi verilmiştir. Almanya'da, lslam Tarihini iki büyük cild halinde ilk defa tümüyle ele alan Prof. August Müller'in açıklamaları da ilgi çekicidir.
Biz en çarpıcı örnek olarak, ilk eşi Hatice'nin Hz. Muhammed'e, bir kadın olarak, evlenmeyi önce kendisinin teklif etmiş olmasını gösterebiliriz. Bu, bugün en ileri toplumlarda bile az rastlanan bir davranıştır. Keza Peygamberin ölümünden hemen sonra, bir Arap kadını olan Secah'ın, kendi peygamberliğini ilan etmesi ve etrafına pekçok erkeği toplayabilmesi olayı da, sonradan İslamiyette erkeğin tek sözüyle boş düşen yani boşanmış sayılan, yarı-köle, evine hapsedilmiş, camiye bile sokulmayan, çarşaf ve peçe içinde sadece gözleri ve burnunun ucu görünen bir öcü haline getirilen Müslüman kadınların hayal bile edemeyeceği bir durumdur.
Memleketimizde laiklik sorunu üzerinde çok laf edilmesine rağmen, hiçbir çözüme ulaşılamamasının ana nedeni, lslam dininin yapısı itibariyle laikliğe ters düşmesindendir. Çünkü İslamiyet sadece bir İnanç Sistemi değil, aynı zamanda bir Hukuk Düzeni olmak istemektedir. Bu ise, zamanımızda kabulü imkansız ve tatbik edilmesi mümkün olmayan bir tutumdur. Son zamanlarda İslamiyetin "laik" olduğu gibi gülünç iddialar ortaya atanlar çıkmaktadır. Aslına bakılırsa belki hiçbir din "laik" değildir. "Kiliseler" elinden gelse bütün insanları kendi yollarından gitmeye, her bakımdan zorlamak isterler. Batı'da Hıristiyanlığın bu heveslerini engelleyen nedenlerin başında Reform hareketleri, Fransız İhtilali gibi, "Akılcı" devrimler ve fikir akımları gelir.
"... Dünya münasebetlerindeki tahavvüllerle sık sık değişebilen bir dinin, din olarak otoritesi, kutsallığı kalmaz. Bir taraftan değişememek karakteri, bir taraftan dünya işlerini idare etmek iddiası telif edilemeyecek iki zıddır."
Bilindiği gibi bir malı vakfetmek, basitçe söylersek, onu Allah'ın mülkü haline getirmek ve ferdi tasarrufların dışına çıkarmak dernektir. Vakfedilen şey artık tedavül alanından çıkmış olur. Halbuki ekonomik hayatın canlılığını sağlayan unsurlardan biri de kıymetlerin hızlı bir şekilde ve devamlı tedavül etmesi, el değiştirmesidir. Eskiden olduğu gibi paraların, altınların, hisse senetlerinin sandıklarda yıllarca tıkılı kalması, tedavülden alıkonulması, ekonomi açısından çok zararlı bir tutumdur. Aynı şey gayrımenkuller, taşınmaz mallar için de geçerlidir. Bir taşınmazın çeşitli hukuki yollardan mesela teminat gösterilmesi yolu ile kredi temini gibi, ekonomik hayatın işlemesinde büyük yararlar sağlaması mümkündür. Halbuki vakfedilen mallar, bu açıdan tedavülden kaldırılmış olduklarından ekonomik bakımdan olumsuz bir rol de oynuyorlardı.