"İlk kadın okuma yazma öğrendiğinde dünyadaki kadın sorunu da başlamış oldu," (Marie von Ebner-Eschenbach). Eğitim, kapanın kapağını açtı, mesleki ilerlemeye olanak sağladı, yani ev hanımlığı konumundan bir kaçış başladı; eşitsiz mesleki imkanların meşruiyetini ortadan kaldırdı; kendine güveni ve esirgenen imkanların bütün tartışmalı alanlarında kendini ortaya koyma yeteneklerini artırdı; kadınların kendi paralarını kazanması evlilik içindeki konumlarını güçlendirdi ve evliliği hayati bir güvence olarak görmek ve sürdürmek zorunluluğundan kurtardı.
Aşk keyiftir, güvendir, şefkattir, hiç kuşku yok, en azından vaat olarak, ama diğer bütün şeyler ve tam tersi de pek eksik değildir: can sıkıntısı, öfke, alışkanlık, ihanet, yıkım, yalnızlık, terör, çaresizlik...
Aşk merhamet de, yemin de, sözleşme de tanımaz. Söylenen, kastedilen, yapılan şeyler, ağzın, ellerin ve bedenin diğer bölümlerinin dilinden daha fazlası değildir. Yeterince sevilmediğini ya da yanlış sevildiğini düşünen hangi insan, hangi mahkemeye gidip hakkını isteyebilir ki? Adalet, doğruluk (ya da dünyamızın taşıyıcı sütunları artık nelerse) var mıdır aşkta?
Aşkın lezzeti, sembol gücü, ayartıcılığı, kurtarıcılığı, onun imkansızlığıyla birlikte büyüyor. Bu tuhaf kanun, boşanma ve tekrar evlenme rakamlarının arkasında, insanların Sen'de kendi Ben'lerini aradıkları, özgürleştirmeye çalıştıkları megalomaninin arkasında gizli. Özgürleşme açlığı içinde birbirlerinin üzerlerine atılmalarında gizli.
Emek piyasası kocanın etrafında döner, ya da koca emek piyasası etrafında döner ve iş bulma zorunluluğu bunu üstlenen "aile üyesini" -aynı zamanda kadını da- mobil olmaya, "ikinci el" bir ekonomik kadere, aile içinde ve evde ömür boyu, adeta doğuştan gelen etkin kişi rolüne mahkum eder.
Aşk, biyografilerde açılan çukurların üzerinden atlayarak aşıkların bizzat kendilerinin doldurdukları boş bir form haline geldi ve bunun sonucunda da çok satan kitaplar, reklamlar, pornografik metinler, metres edebiyatı ve psikanaliz gibi şeyler ister istemez idareyi ellerine aldılar.