“Vedalar ölüm gibi anlaşılmazdır. Philip S. ile bir otobüs durağında ayrıldık. Birbirimize kısa bir süre ve dikkat çekmeyecek bir şekilde sarıldık. Daha sonra otobüs geldi. Ben bindikten sonra otobüs hareket etti. Ona camdan baktım. O ise arkamdan bakmadı. Bankta oturmuş yüzünü elleriyle kapatıyordu.”
“Neden” sorusunu bir türlü dile getiremedim;
bir duvar gibi ikimizin arasında bulunan
tüm bu kahramanca eylemlerden dolayı,
ikimizi ilgilendiren bir “neden” sorusunu
bir türlü soramadım.
Dikimi bittiğinde pantolonu giyip bana sarıldıktan sonra evine gitti. Aynı gece otuz adet uyku hapı yuttu. O gün sonsuza dek elveda demek için geldiğini hiçbir şey işaret etmemişti. O anki buluşmaya hüznümün etkisiyle baktığımda o anki sarılmasının belki normalden daha samimi olduğunu söylerdim.
Bir kayboluş ve kaybediş öyküsü. Ruhların sanata olan aşkın arzusu ve sıkıntısı ile dolu donuk ama derinden bağıran bir öykü.
Zamanın öyküsü belki de. Umutların bitişinin, yavaş yavaş bir taraflara doğru sürüklenişin, bulunuşun, hissedilişin, parçalanışın ve birlikteliğin anlatısı.
Bir kadın gözünden bir erkeğin, sanatçının, anarşistin (?), teröristin (?), arkadaşın, babanın, fikir insanının, akademisyenin ve örgüt üyesinin betimlenişi.
Hayatı anlamlandırırken direnişin yerindeliği ve çığlığı. Hislerin söylenmenin ötesinde yaşamın içindeliği. Paylaşımın yarattığı aitlik duygusu. Korkuyla ve vicdanla beslenen inanç. Yalnızlık ve birliktelik. Çocuk.
Ölüm.
Yüzleşme.