"İki insanın arasında bazen, çok nadir, bir dünya oluşuyor. Sonra bu bir vatan oluyor, kabul etmeye çoktan hazır olduğumuz her halükarda biricik bir vatan. İçinde dünyaya karşı korunduğumuz bu minicik mikro-dünya, biri çekip gittiğinde yıkılıyor."
Neden aşk tüm o olası insani tecrübelerden üstün ve neden ele geçirdiği kişi için tatlı bir yük? Çünkü neye aşıksak o oluyoruz ama aynı zamanda kendimiz olarak da kalıyoruz.
Kitabı Üsküdar kitap fuarından neredeyse bir ay gibi çok uzun bir tatilden İstanbul’a dönüşümde aldım. Bunun biraz da evden ayrılmanın buruk ve kekremsi tadını hafiflettiğini söyleyebilirim. Uykumun kaçtığı bazı gecelerde bana eşlik etti ve benimle sehere erişti.
Beni bu kitabı okumaya sevk eden, diğerlerinden farklı ve ilgi çekici kılan iki
Tarihin bize çok az sunmuş olduğu yüce bir dostluk, bir aşk. Birbirini anlayan iki insan: Heidegger ve Arendt. Uzun süredir merakla içine girmek istediğim bir eserdi. Çünkü bu iki isim, kendi özerklikleri olan, iki ayrı efsane. Bu efsaneler, birbirlerinin ilhamı oluyorlar, her şeyi daha zengin hale getiriyorlar, çünkü onlar birbirlerini
Mükemmel bir aşk hikayesinden kendi kalemlerin okumak o kadar güzel ki.. 35 yasındaki Heidegger'in 18 yaşındaki Arendt'e aşık olmasıyla başlayan mektuplaşmalar sizi alıp, o döneme götürüveriyor. Her ne kadar hiç onaylanmayacak bir ilişki olsa da -Heidegger'in evli ve dört çocuk sahibi olmasından ötürü- mektupları okurken dalıp gidiyorsunuz.. 1925-1975 yılları arasında yaşanan bu mektuplaşmalar sizi felsefenin de siyasetin de gündemin de ve özellikle aşkın da en derin zirvelerine çıkarıyor. Okuyun, okutun.