Aslına bakarsanız edebiyat ve moda yan yana gelmemesi gereken iki kelime. Aynen bilim ve moda, tıp ve moda, din ve moda gibi. Ama neylersiniz ki, o kadim edebiyat gelenekleri de bu çağın moda akımlarının saldırılarına maruz kalıyor.
Bir ara Fransa’da “nouveau roman” (yeni roman) akımı çıkmış, epeyce de gürültü koparmıştı. Alain Robbe-Grillet, Marguerite Duras gibi yazarlar, kişisiz roman yazmaya soyunmuşlardı. Sonunda unutuldu gitti, hiçbiri akılda kalmadı. Sovyetler Birliği’nin, edebiyatı propaganda aracı olarak gören Jdanov’cu “sosyalist gerçekçilik” akımı da büyük bir eser veremedi. Doğrusu “bilinç akımı” ile “magic realism” (büyülü gerçekçilik) akımının dünya edebiyatına birçok büyük eser kazandırmış olduğunu itiraf etmeliyim. Ama bunları sadece birer moda olarak görmek doğru olmaz. Bilinç akımı kaynağını psikolojiden, büyülü gerçekçilik ise halk yaratılarından, masallardan alan çok esaslı çalışmalardı.
20. yüzyılın ideolojik yönlendirmelerinden, ideallerden, söylevlerden sıkılanlar ise kendilerini “postmodern” limanına attılar. Ne var ki “postmodern” yaratılar, ne olduğu değil, ne olmadığı daha kolay tanımlanacak ürünler olarak belirdi. Artık geçmeye başlayan bu modada iyi ve kötü eserler yan yana durdu. Zaten “postmodern”in kendisi de değişik parçaları birleştirerek yapılan rengârenk yorganlara benzemiyor muydu?