Ruha Dokunan Ezgiler
*** Dağlar Devrildiğinde / Cengiz Aytmatov İşte, yine bir yerlerden esmeye başladı rüzgar. Ki bu rüzgar, dünya hayatının her alanında, ruhlarda, düşünce ve duygularda, insan davranışlarında her ne varsa görebilmek adına devriye gezen ve acele eden kaderin ta kendisiydi. Kader, planda olanı tabi ki ertelemiyor, yok saymıyordu. İnsanlar için beklenmedik olan kesişmeler, onun sırlı aynasında gerçek oluveriyordu... Düyno ordundabı? Dünya yerinde mi? Ta çocukuluğundan beri çeşitli vesilelerle köylülerinden sık sık duyduğu bu cümle şimdi durduk yerde aklına geliverdi. Evet, görünüşe bakılırsa dünya da yerindeydi, nerden, nasıl içine düştüğünü bilemediği bu eski okulu da. Hatta işte şu sıra dağlar bile aynıydı. Fakat insanın içindekiler, ruh dünyası tamamen yıkılmış mahvedilmiş olabilirdi. İşte bu yüzden herhangi biri tekrar ve tekrar sorabilirdi: Düyno ordundabı? *** Sözleri Mevlana Celaleddin Rumi'den uyarlanmış 4 dakika 10 saniyelik bir müzik terapisi, "ötelerin müziği" sanki... Arianna Savall'ın güzel sesi, yorumu ve icrasıyla Adoucit La Mélodie: youtu.be/PpP-TU9zZzA
Evet herbiri cevahir-i hidayetin birer sadefi ve hakaik-i imaniyenin birer menbaı ve esasat-ı İslâmiyenin birer madeni ve doğrudan doğruya Arşü'r-Rahman'dan gelen ve kâinatın fevkınde ve haricinde insana bakıp inen ve ilim ve kudret ve iradeyi tazammun eden ve hitab-ı ezelî olan elfaz-ı Kur'aniye nerede? İnsanın hevaî, hevaperestane, vâhî, hevesperverane elfazı nerede? Evet Kur'an bir şecere-i tûbâ hükmüne geçip şu âlem-i İslâmiyeyi bütün maneviyatıyla, şeair ve kemalâtıyla, desatir ve ahkâmıyla yapraklar suretinde neşredip asfiya ve evliyasını birer çiçek hükmünde o ağacın âb-ı hayatıyla taze, güzel gösterip bütün kemalât ve hakaik-i kevniye ve İlahiyeyi semere verip meyvelerindeki çok çekirdekleri amelî birer düstur, birer program hükmüne geçip yine meyvedar ağaç hükmünde müteselsil hakaikı gösteren Kur'an nerede? Beşerin malûmumuz olan kelâmı nerede? ﺍَﻳْﻦَ ﺍﻟﺜَّﺮَﺍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺜُّﺮَﻳَّﺎ Sözler - 433
Reklam
SubhanAllah
San-i'i Hakîm, beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halk etmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelanına medardırlar. Kan ise içinde iki kısım küreyvat halk edilmiş. Bir kısmı küreyvat-ı hamra tabir edilir ki bedenin
Haberi duyup sokağa dökülmüş heyecanlı Türklerin söylediği bir marş, yavaş yavaş sessizliği dağıtmaya başladı. İzmir'in dağlarında çiçekler açar Altın güneş orda sırmalar saçar Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar... Yüzlerce Türk, ellerinde bayraklar ve tutuşturulmuş bükülü kağıtlar, Pera Palas'ın önünden geçerek Tepebaşı'ndaki İngiliz elçiliğine doğru yürüyordu. Kader böyle imiş ey şanlı paşa Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa... İşgal kuvvetlerinin devriye kolları, kalabalığı susturmak ve dağıtmak için harekete geçti. Türklerin birdenbire neden coştuklarını öğrenince, hepsinin neşesi kaçacaktı.
Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Talib'in imanı hakkında esahh nedir? Elcevab: Ehl-i Teşeyyu(Şii ve aleviler), imanına kail (inanmış); Ehl-i Sünnet'in ekserîsi (çoğu), imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Talib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletini (peygamberliğini) değil; şahsını, zâtını gayet ciddî severdi. Onun o gayet ciddî o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir. Evet ciddî bir surette Cenab-ı Hakk'ın Habib-i Ekrem'ini sevmiş ve himaye etmiş ve tarafdarlık göstermiş olan Ebu Talib'in; inkâra ve inada değil, belki hicab (utanmaya) ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makbul (kabul edici) bir iman getirmemesi üzerine CEHENNEM'E GİTSE DE; yine Cehennem içinde bir nev'i hususî Cennet'i, onun hasenatına (iyiliklerine) mükâfaten halkedebilir. Kışta bazı yerde baharı halkettiği ve zindanda -uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî Cehennem'i, hususî bir nev'i Cennet'e çevirebilir... ﻭَﺍﻟْﻌِﻠْﻢُ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ٭ ﻟﺎَ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ (Mektubat - 387..SAİD NURSİ HZ)
Geceye övgü
Gece, düzen güçleri uykudadır. Bürokrasi, askeriye, okullar, polis, kısacası yaşamımızı düzenleyen tüm güçler uykudadır; sokakta devriye gezen nöbetçi polis dışında. Askerler de hepimizden önce yatağa girerler. Dünyanın bu en baskıcı kurumunun mensupları, en erken yatanlardır aynı zamanda. Aslında, tüm totaliter kurumlarda, daha doğrusu, tüm kurumlarda (tüm kurumlar totaliter değil midir zaten?)insan her zaman erken yatmak zorundadır - yatılı okullarda, manastırlarda, ailede, cezaevlerinde,hastanelerde... Kisinin istediği saatte yatma hakkını destekleyen, bu özgürlüğe onay veren hiçbir kurum tanımıyorum. Ask (?) üzerine kurulu olan ve iki kisinin özgür iradesiyle gerçeklesen evlilik kurumunda bile, çiftler yatağa aynı saatte girmezlerse, biri daha geç yatar, geceyi daha fazla yaşarsa, sorunlar çıkmakta gecikmez. Kurum her zaman “geç” yatanı suçlar, erken yatanı değil. Avrupa feodal toplumunda tüm kent sakinleri mumlarını aynı saatte söndürmek zorundaydılar; bayramlar dışında.Düzen ve baskı güçlerinin doğal yapısı, her zaman belirli bir uyku saatini zorunlu kılar. Bu belirli saatin erken bir saat olması da yine onların doğal yapısından kaynaklanır.
Sayfa 8
Reklam
1.000 öğeden 491 ile 500 arasındakiler gösteriliyor.