"Sevdiğin insanı tabuttan çıkarıp beyaz kefen içinde buz gibi bir kovuğa bırakıp üstüne toprak atmak...
Vicdanı, yüreği, merhameti olan bir insan için dünyanın en güç işi..."
"Gördükleriniz gerçekten bu kadar güzel mi?" dedi sonunda.
"Ne kadar güzel mi canım?"
"O 'ırmak kenarındaki sahne' kadar."
Ona hemen yanıt vermedim çünkü bu tarifsiz harmonilerin dünyayı olduğu gibi değil de, olabileceği gibi, kötülükten ve günahtan azade tasvir ettiğini düşünüyordum. Ve Gertrude'la kötülük, günah ve ölüm hakkında konuşmaya daha önce hiç cesaret edememiştim.
"Gözleri olanlar, görmenin mutluluğunun farkında değiller," dedim nihayet.
"Ama gözleri olmayan ben, işitmenin mutluluğunun farkındayım," dedi bir anda.
...
Biz, Batı'yı kaybettik diye dövünüp duruyoruz! Ne kadar ahmakça ve trajikomik bir şey bu! Biz asıl kendimizi kaybettik, ruhumuzu yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kaldık. Bir toplumun kendini kaybetmesinden daha büyük bir kayıp olabilir mi? İstiklal Savaşı verdik ama bu ülke İstiklal Savaşı'nı kime karşı verdi? Burada Batılılara, İngilizlere karşı bir mücadele var. O hâlde soru şu: Neden Yunanlılarla savaştık da antlaşma imzalarken İngilizlerle masaya oturduk?