"Canım" diye hitap edeceğiniz birisi. On yıl, yirmi yıl, belki de otuz yıl ötelerde kalmış. Mektup yazsanız adresi yok. Öğrenmek isteseniz yeri, yurdu belli değil.
"Ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak. Unutma; seni sevdiğim için ölebilirdim, seni sevdiğim için yaşıyacağım. Biraz sonra mektuplarınla resimlerini tutuşturacak bir kibrit çöpü gibi çekiliyorum hayatından. Her şeyiyle onu sana bırakıyorum. Hayatın senin olsun, istersen hayatım da. Ama sen kendinin bile olamıyacaksın artık . . . Ben yaşadıkça, adım söylendikçe . . . Seni bensizliğe ve kendimi sana mahkum ediyorum..."
Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar
(Yirmi beşinci Mektup)
.
“Canım” diye hitap edeceğiniz birisi. On yıl, yirmi yıl, belki de otuz yıl ötelerde kalmış. Mektup yazsanız adresi yok. Öğrenmek isteseniz yeri, yurdu belli değil. Daha kötüsü sağ mı, ölü mü bilmiyorsunuz.
“Deli gönül” diye tabir ettikleri gönlünüz söz dinlemiyor. Deli dedik ya, çağır, konuş ve dertleş diyor sana. Bir değil beş değil, on değil. Dayanamıyorsunuz, davetiye çıkartyorsunuz, Gayba ihtar mahiyetinde bir davetiye...Dere kenarındaki söğüt ağacı misali bekliyorsunuz. Söğüdün çürüğü özünden olurmuş, yar için ağlayan da gözünden olurmuş. Sen ağlamasını da bilmiyorsun üstelik. Zamanla söğüt ağacı gibi içten içe çürüdüğünün farkına varıyorsun.
Ruh çağıranlar gibi hayal çağırabilirsin artık. Hatıraları kucağında gelen o hayal dost, madde planında tanıdığından daha samimi, daha cana yakın, daha sana yakındır. Bakmaya doyamazsın, tutmaya kıyamazsın. Konuşursun sessiz hâl lisanıyla, Ezan sesini duymasan sabahın olduğunu bile fark edemezsin.
Gittiğin yerden döner kendine gelirsin.
Yazarsın şiir olur...
.
diye hitap edeceğiniz birisi.
On yıl, yirmi yıl, bel ki de otuz yıl ötelerde kalmış. Mektup yazsanız adresi yok. Öğrenmek isteseniz yeri, yurdu belli değil. Daha kötüsü sağ mı, ölü mü bilmiyorsunuz.
"Deli gönül" diye tabir ettikleri gönlünüz söz dinlemiyor. Deli dedik ya, çağır, konuş ve dertleş diyor sana. Bir değil, beş değil, on değil. Dayanamıyorsunuz, davetiye çıkartıyorsunuz. Gayba ihtar mahiyetinde bir davetiye...
Günler, aylar, yıllar geçiyor fakat ne çağırdığınız geliyor, ne kovduğunuz gidiyor. Dere kenarındaki söğüt ağacı misali bekliyorsunuz.