İnsan yaşadığı süre boyunca karakteriyle, huyuyla suyuyla evrilmeye devam ediyor. Hiç, “ben oldum” diye bi şey yok. Rağmen, yaşlanmanın sınırlı güzelliklerinden biri, üç aşağı beş yukarı, kişinin kendini daha iyi tanıması, zaaflarını hassasiyetlerini bilmesi. Bilirim ben, neyi yüreğim kaldırmaz, neye gözüm dolar, burnumun direği niye sızlar.E huylunun tüm bilme hallerini kenara koyup, huyundan vazgeçmeme durumu da var
Daha önce de okuduğum (ama hayal meyal hatırladığım) bi uzun öyküyü tekrar okudum.
Gabriel Garcia Marquez “Albaya Mektup Yok”. Marquez’in bu renkli kapak baskılarından benim kitaplığımda hiç yoktu, bu bağlamda ilk oldu. Kısa olduğu için, çanta kitabım olarak tercih edip yeniden okumaya yeltendim. Bunu hiç saklamadım, uzun, sayfa sayısı çok, puntosu küçük eserleri, tekrar tekrar okumayı seçmiyorum.(Ömrüm vefa etmez hesabıyla) Neden giriş, huyumdan ve bilme hallerinden geldi? Çok hüzünleneceğimi biliyordum. Yutkunamadım, öyle zor geldi. Özellikle yokluk, yoksulluk, açlık üzerine olan her şeye hassasiyetimi bilmeme rağmen, kendime çelme taktım. Çabucak biten, rahat okunan bi kitap olduğu için, yazarla tanışmamışlara başlangıç kitabı olarak da, gönül rahatlığıyla öneriyorum.. Keyifli okumalar dilerim.