Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
En elverişli insancıl ikilik şudur: Işıkta olanlar, karanlıktakiler.
Karanlıkta kalanların sayısını düşürmek, ışıktakileri çoğaltmak. İşte gayemiz, bu yüzden, «Eğitim, bilim!» diye bağırıyoruz. Okumak, öğrenmek, ateş yakmaktır, her hece bir kıvılcım gibidir.
Ayrıca, aydınlık demek kesin olarak, keyif demek değildir. Aydınlıkta da acı çekilir, onun da fazlası yakar. Alev kanadın düşmanıdır, uçmayı sürdürerek yanabilmek, işte dehanın tansığı!
Her günün büyük acıları ve önemsiz sıkıntıları var. Bugün bir sevdiğiniz, bir yakınınızın sağlığı için kaygılısınız, bugün kendi sağlığınızı merak ediyorsunuz. Yarın bir para darlığınız olacak, ertesi gün bir iftiraya uğramayacağınız nereden belli? Daha sonraki gün, bir ahbabın yıkımına gözyaşı dökersiniz; havanın fenalığı, kaybettiğiniz ya da kırılan, sevilen bir biblo, sonra bir şeyden haz alırken, nedenini bilmeden vicdanınızın ya da omurganızın acıması sizi tedirgin eder. Bir diğer gün, devlet sorunlarına üzülürsünüz. Hele o gönül işleri, o kalp üzüntüleri ve bu sürekli böyle gider. Bir bulut kaybolurken, bir diğeri oluşur. Yüz günün içinde, eksiksizce mutlu olabileceğiniz belki sadece bir gün vardır. Fakat siz bu dünyanın talihli insanları arasındasınız. Ya diğerleri? Onlar üzerlerine kapanan geceyle örtülüdürler.