Aslında bu yazıyı 14 Nisan da yazmam gerekirdi belki de , fakat olağan dışı şartlar altındaki yaşantımız ve az önce izlediğim @Satansdiary yayınından sonra sanırım "yıldönümü " beklemeye gerek yok ..çünkü "bu gün ve şu an " her şeyden daha kıymetli dediğimiz bir zaman içerisindeyiz ...
2014 yılında 1000K ya katıldığım zaman
(14/ Nisan) buralar gerçekten "dutluktu" :)) ve ben de kuru bir ağaçtım açıkçası ... elektronik ortamda bir kütüphane oluşturma isteğiyle geldiğim bu site bana yepyeni bir yaşam akışı ve doğru yolda kendimi yetiştirme imkanı sağladı .. Burada öyle dostluklar edindim ki beni bir adım öteye taşıyan hepinize çok teşekkür ederim ..
1000K üyesi olmaktan mutluyum ve gururluyum :))
Tüm kibrim ve cahilliğimle kitap okumaya ve okutmaya devam :))
Sizi seviyorum ❤
Dip Not :
"Bazılarılarınızı biraz "fazla" :))
Bu insanların garip inatlarına şaşıyordu. O anda dünya yansa umurlarında değildi. Bu yolda canlarından bile olsalar, tutkuları için yapmayacakları şey yoktu. Bu kararlılık da neyin nesiydi acaba...
ankara'da benim için gitmekten her seferinde korktuğum tek bir yer var: aşti.
ama her gün oradan geçiyorum. içinden, dışından, kenarından.
hiçbir anlam ifade etmeyen bir yerdi benim için. güzellemesi de saçma gelirdi. ta ki hayatımın en güzel buluşmasını yaşayana kadar. üstelik son olduğunu da bilmiyordum.
orası muhtemelen benim gibi pekçok insan için de özel bir yerdir. çünkü ordan her geçtiğimde şahit oluyorum insanlara.
dakikalarca sarılanlar.
tek başına sigara içenler.
otobüsünü bekleyenler.
müthiş bir telaş içinde olanlar.
yakınını otobüse bindirip kolu ağrıyana kadar el sallayanlar.
vedaların her türlüsü zor. ama kendi ellerinle göndermek gibisi yok. geri gelecek mi bilmiyorsun. yolda bir şey mi olacak bilmiyosun. son görüşmeniz mi bilmiyosun. bir sürü bilmediğin şeyle koskoca şehirde kalakalıyorsun tek başına. etrafında insanlar vızır vızır gelip geçmeye devam ediyor ama sen bir otobüsün hareket edişinde kalıyosun. bakakalıyorsun. ve o otobüsün son gidişi oluyor. çünkü sana sevdiğin şeyi geri getirmiyor.
hâlâ oraya her gidişimde tuhaf olurum.
sanki bir yerden çıkacakmış gibi.
beni bekliyormuş gibi.
koşarak çıkmak isterim ordan.
En iyi masalcıyı aramaya çıktığımız bu yolda La Fontaine’den sonra ikinci durağımız Aisopos (Ezop) oldu. Kitabın içeriğine ve yarışmadan elenen ilk ismi açıklamaya geçmeden önce Ezop’tan bahsetmek istiyorum biraz çünkü kendisiyle ilgili oldukça ilginç şeyler öğrendim, bunları bilmek sizin de hakkınız.
Ezop -bu kaçıncısı, artık saymayı bıraktım-
ray bradbury'nin önsözünde dime novel diye bahsettiği eseri. bradbury' nin bu kitabı yazmaya karar vermesine neden olay ise şu: bir gün bradbury ve arkadaşları yolda yürürken polis tarafından durdurulurlar. polis onlara ne yaptıklarını sorar, "ayaklarımızın birini diğerinin önüne koyuyoruz" diye cevap verirler. polis tekrar aynı soruyu
Aslında tembellik değil Oblomovluk. Bilinçli bir tembellik halidir. Bir uyuşukluk hali değil, aksine uyanıklık. Her şeyin farkında olma, bir adım ilerisini görme halidir.
Ancak tüm bu farkındalık dolayısıyla sonunu gördüğü yolda ilerlemek istememenin getirdiği bir tükenmişliktir. Sosyal yaşamdan kopuş, topluma uyum sağlayamama ve bilinçli bir vazgeçiştir Oblomovluk.
Ah bu yağmur,
Bu yağmur kanımı boğan bir iplik
Tenimde acısız yatan bir bıçak
Bu yağmur yerde taş ve bende kemik
Dayandıkça çisil çisil yağacak
Bir yağmurdayım bir yağmur ki nasıl desem bir bahar günü ansızın yağan ama mutluluğu geçici bir yağmur,bir yağmur ki en ketum aralık yağmuru başı sevinç ortası hayal kırıklığı sonu olmayan ve yüzüme
Çocuklar neşe kaynağıdır, ayrıca bir çok şeyin de kaynağıdır. Ama daimi olarak üzüntü de verirler, büyüdüklerinde de bunun değiştiğini sanmıyorum, bunun böyle olduğunu pek az söyleyen çıkar. Olaylar karşısındaki şaşkınlıklarını görürsünüz ve bu üzer sizi. İyi niyetli çabalarını, yardım etmek istediklerinde, senin yanında olmak istediklerinde bunu yapamadıklarını görürsün, bu da acı verir. Ciddiyetleri, basit şakaları, gelip geçici yalanları, hayalkırıklıkları ve aynı zamanda hayalleri, gelecek beklentileri ve küçük hüsranları, saflıkları, anlayışsızlıkları, öylesine mantıklı soruları ve hatta ara sıra kötü fikirleri, hepsi üzüntü verir sana. Daha öğrenecek tonla şeyleri olduğunu görmek acı verir ve karşılarına çıkan uzun yolda onlar için kimsenin elinden bir şey gelmeyecek olması.
.
Ne biliyorum ne de bilmediğimi biliyorum.
Her zerrem işgal edilmiş gibi,
Çekildikçe çekiliyorum.
Üzgünüm bile bile intihara gidiyorum.
Neredeyim nasılım bilmiyorum.
Yâr dan uzaklaşırım, göremiyorum.
Acıyorum halime bir tutar dal arıyorum.
Üzgünüm bile bile intihara gidiyorum.
Hasret mi içimde ki yoksa aşkın kendisi mi ?
Gidiyorum ama yönüm yine Yâr mi ki ?
Düştüğüm öyle bir uçurum görünmez dibi,
Üzgünüm bile bile intihara gidiyorum.
Fırtınalar seller karlar yaşarken içim.
Hakikattir bağlar beni kesim kesim.
Dost yüzün görsem diye çıktığım bu yolda,
Üzgünüm bile bile intihara gidiyorum.
Selam olsun tüm kaybedişlerime,
Selam olsun kaybettiğim özüme.
Ve aleyküm selam diyebilseydim Azrail'e,
Üzgünüm bile bile intihara gidiyorum...
Bu kitap benim için özel bir kitaptır. Sebebi de düzenli okumaya başlarken okuduğum ilk kitap olmasıdır. Ayrıca 2018 yılının aralık ayında okuduğum için üzerinden biraz zaman geçti. Niyetim sadece inceleme yapmak değil. Hafızamın ne kadar şey hatırlayabildiğini görmektir. Tabi o zaman bu kitabı incelemiş olsaydım oldukça basit bir analizden öteye
Wow, başlık titretti mi? Hımm, devam edelim o halde.
“Davacınla mahkemeye giderken yolda onunla anlaşmaya
çalış ki seni hâkim karşısına çıkarmasın ve hâkim seni
zindancıya teslim etmesin ve zindancı seni zindana
kapamasın. Söylemiş olayım, borcunu son kuruşuna kadar
ödeyene dek kurtulamazsın oradan.”
Yeni Ahit, Luka, 12: 58,59
Naifliğin ve İnsanlığın ötesinde bir karakter; O bir KNULP!
Bir banka oturmuş etrafı izliyorsunuz, boş yolda iki eli cebinde, temiz giyimli, başına fötr şapka takmış saf saf dolaşan birini görüyorsunuz. Yüzünde tebessüm, şaşkın bir ifade ile yürümeye devam ediyor. Güneşin yeni doğduğu sabahı hoşgörü ile karşılıyor, etrafında ki insanların