Öncelikle toplumsal bir hayat düzeni(?) başlı başına insanı toplumdan izole yaşamaya iten bir durum bence. Ki adına düzen diyerek yumuşattığımız şey aslında tamamiyle belirlenmiş kalıptan başka bir şey değil. Doğumumuzdan itibaren kalıplara sokuluyoruz; aile, inançlar, ahlak kuralları, çevre, arkadaşlar, öğretmenler, patronlar, hükümet, yasalar... Sonra da kalıplarımızda özgür(?) bir şekilde sosyal varlıklar olduğumuz yanılgısına kapılıyoruz. Ama fazlasıyla yanılıyoruz. Çünkü kalıplara ses çıkarmadığımız sürece kalıpları göremiyoruz ses çıkardığımız anda ise varlığını sert bir şekilde gösteriyor.
Samsa gibi Bay K da kalıpların dar geldiği kişilikler ve okurken maalesef birçok kişiye tuhaf geliyorlar. Çünkü dediğiniz gibi onları tam olaral anlamak için ancak aynı yollardan geçmek gerekiyor. Aksi takdirde etrafımızda K gibi birçok kişilik var fakat kimse düzene sesini çıkarmıyor aksine uyumsuz(?) damgasını yapıştırıyorlar. Ki yardımcı olmayı geçtim zaten. Herkes paçasını kurtarma derdinde. Herkes K'nın yardım istediği ama arkasını dönüp giden kişilikler.. Neyse neyse biz sosyal ve özgür varlıklarız..
Ve Beckett'ı görmek sevindirdi Godot'dan mütevellit sembollerin altında kala kala bitirmiştim zira Kafka da metaforik ögelerden asla vazgeçmiyor her adımda bir sembol, okurdan fazla dikkat istiyorlar. Ki benim en sevdiğim beyin yakan yazarlardan ikisi de. :)
Alıntıların yine nokta atışıydı. Kapsamlı ve düşündürücü bir inceleme olmuş, ben çok ertelemeyim artık. Emeğine sağlık Anıl hocam. :)