Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...
Nasıl, nereden başlayacağım bilmiyorum ama başlamak ve yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Çünkü geçtiğimiz bir yılda insanın dertlerini, sıkıntılarını yazarak içini bir kağıda dökerek bir nebze de olsun hafiflettiğini öğrendim. Şu anda koca şehirde yalnız kalmanın, kimsesiz kalmanın üzüntüsü kasıp kavuruyor içimi , konuşacak kimsenin olmaması
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin.
Su olsan kimse içmez,
Yol olsan kimse geçmez,
Elin adamı ne anlar senden?
Çıkarsın bir dağ başına,
Bir ağaç bulursun Tellersin
pullarsın Gelin eylersin.
Bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün.
Köpürmüş gelen bulutları.
Başka ne gelir elden?
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde
şu dünyanın ıssızlığı.
Tanrı kimsenin başına vermesin
böyle bir yalnızlığı!
Ne çok insan vardı trafikte! Birbirinden kopuk, diğerlerinin neler yaşadığından habersiz ne çok insan vardı. Çeşitli amaçlar peşinde, çeşitli kaygılarla akıp gidiyordu hayat. Ama kimse kimsenin hikâyesini bilmiyordu.
Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar. Şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu.