Bizde tarikatlar 100'e yakındır, bunların ayrıca yüzü aşkın şubeleri vardır. Yalnız bizde böyle değil bu... Hıristiyanlıkta, Musevilikte, yetmiş beşe yakındır tarikatlar... Bunları, gireceğim yolu seçmeye çabalarken okudum biraz... Şunu gördüm. Araplar mezhep kurucusudurlar. Biz Türkler, tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır. Tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. İbadet bu güzelliğe tutkunluktur. Bu sebeple Türk'ün bağlanacağı inanç, Allah korkusundan değil, Allah sevgisinden gelir. Okudukça tasavvufun yalnız Türk'e mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk illerinde doğmuş, Anadolu'da gelişmiştir. Türk tasavvufu, şamanlıkla İslamlığın karışımıdır. Buna biraz da yeni Platonculuk katılmış Roma Anadolu'sundan kalıntı... daha doğrusu Stoisizm... Anadolu'ya Şeyh Ahmet Yasevi adına halifeleri yaymıştır tasavvufu... Bunların hepsi dünyadan el çeken basit köylülerdir, bence... Pir Dede, Keyifli Baba, Horoz Dede, Aptal Musa, Avşar Dede, Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltık... Bunlar köylü halkı etkilemişler, Anadolu'nun İslamlaşmasını, bir anlamda Türkleşmesini sağlamışlar. Anadolu bu tohuma o kadar uymuş ki, Yunus Emre gibi kocaman bir dahi sanatçı yetiştirmiş...
Sayfa 80 - İthaki Yayınları, 1. Baskı, 2005, Birinci Bölüm, Esir İstanbul, 3Kitabı okudu
Bunlar, şu alnımda bir parça kırışıklık, bir parça hüzün görmek için canlarını verirler, dedi. Eğer kendileri gülemiyorsa başkaları da gülmesin isterler. Mutluluğa, mutlu insanlara tahammülü yok bunların. Kendi bataklıklarına çekmek isterler herkesi. Onlar için yaşam budur. Bataklıktaki pis kokular, çürümüşlük ve hastalık. Kimlerden bahsediyorsun Ali Amca? Neden öfkelendin bu kadar? diye sordum. Yaşamın büyüsü korkutuyor onları. Bu büyü ile başa çıkamayacağını düşünüyorlar. Korktukları için yok saymayı tercih ediyorlar. Yok saymak da yetmiyor bazen. Güzellik adına ne varsa öldürüyorlar. Kalplerinin karanlıklarındaki ölüm çığlıklarına kulak veriyorlar sürekli. İnsanlar çıldırmış gibiler. Bir yaprağın yüzeyindeki yumuşak yaşamı görmektense o yaprağı demir ayaklarının altında çiğneyip toprağa gömmeyi tercih ediyorlar, dedi.
Reklam
107 syf.
·
Not rated
Derviş...Gönül lügatının kadîm sözcüklerinden. Mesa Selimoviç'in dervişi değil ama Sarı Saltuk, Yunus Emre edası var gönül perdesinde. Hep bir geçmiş zaman, hep bir yolculuk alameti var üzerinde... Teşbihte hata olmasın, derviş deyince aklıma nedendir bilmiyorum Cibril hadisi gelir. Üzerinde yolculuk alameti olmayan ama kimsenin kendisini tanımadığı bir kişi suretinde gelmiştir Cebrail. O her gelişinde yenidir, tazedir. Ve her seferinde öğretmek için gelir. Kulağa tezad gibi geldi biliyorum. Demiştim ki üzerinde yol alameti olmalı dervişin. Ama Cebrailde yolculuk alameti yoktu! Değil mi ki derviş hakikatin peşinde yolculuk ediyordu da, Cebrail hakikat'ten bize geliyordu? Evet dervişin alameti yolculuk! Sarı Saltukun kaç türbesi var biliyor muyuz, yahut Yunus Emrenin? İşte yolun ve yolculuğun hikayesidir dervişlik bu yüzden. Dört Dervişin Hikayesi de bir yolcuğun, dört farklı yolculukla kesiştiği noktadır. Gazneli Mahmut sefere giderken dört derviş ile karşılaşır ve yolculuklarının hikayesini sorar. Yolculuk anlatılmaz ama ibret olsun için bama anlatın der. Dört derviş de başından geçenleri anlatır. Benim dikkatimi çeken dört dervişin, sevdiklerini kaybettikten sonra dervişliğe adım atmaları. Terk? Yolculuğun ilk şartı terk elbette. Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî ve terk-i terk! Kulağa ne hoş geliyor şu terk-i terk. Ne kadar ütopik. Ne kadar arzuluyor insan. Terki dahi terk eden insanın yolcuğu nereye? Yürü gölgen seni uğurlamakta Küçülüp küçülüp kaybol ırakta
Dört Derviş Hikayesi
Dört Derviş HikayesiKolektif · Büyüyenay Yayınları · 201715 okunma
"Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı." Yunus Emre
Sayfa 148Kitabı okudu
Kavganın yüceliği dururken kaçmanın aşağılık sınırlarına gizlenmen neden?
“... Velhasıl padişahımla dağda bu derviş Yunus’a rast geldik. Yol soracaktık O garip şeyler söyledi ve “bilmem” deyip durdu. Padişahımız da buncağıza bir kese altın vermek istedi. O sırada bu derviş ‘Tapduk Sultan dergâhında dağlara taşlara, “Altın ol!” dese, altın olur Allah kulları var’ dedi. Küçük dillerimizi yutayazdık. Çünkü bu derviş konuşurken eliyle işaret ettiği dağlar taşlar, odunlar ağaçlar altına dönüştü. Hepimiz, benim gördüğümü görüyor mu diye birbirimize baktık. Gazi Han’ımız dahil böyle bir şeye şahit olanımız yoktu. Korktuk. Yerimizden fırlayıp bağrışmaya başladık. Sihre uğradığımızı düşündük. Atlarımız yerlerinde duramıyorlar, kişniyorlardı. Bir fırtına çıktı zannedilirdi. Ne oldu anlamadık Derken bu derviş, ‘Bunlar dünyadır padişahım, dünyalıktır. Bir şeye yaramaz. Yine taş taş olmak, ağaç ağaç olmak hoştur.” deyince her şey eskisi gibi oldu, ortalık yatıştı, ağaçlar ve taşlar eski hallerine döndüler. Gördüklerimizin serap veya hayal olduğunu tartıştık. Gazi Han bir sihre uğradığımızı söyledi, ‘Derhal buradan gidelim!’ dedi. Peşimizde Alamutlu Haşhaşiyyun fedailerinin olduğunu da biliyorduk. Bu sebeple herkes derhal atlanıp kaçmak istedik. Ne var ki benim gönlüme bir keramet ıtırı yayılmıştı; şimdi huzurunuzdayım.”
Sayfa 220
Reklam
547 öğeden 181 ile 190 arasındakiler gösteriliyor.