Bravo ilyiç
Anlamıştı ki ;zenginlesmek günah olmak şöyle dursun ,her yurttaşın görevi idi. Namusuyla yaşayarak para kazanan,ulusunun rahatını da artırmış oluyordu..
Aristoteles; ancak soylu, özgür, varlıklı doğanların, kamu görevi ve siyasi idareye katılabilecek serbest zamana sahip olanların yurttaş olabileceğini söyler. Aristoteles’in yurttaşlık kavramına değindiğimize göre onun gerçek yurttaşın nasıl yaşaması gerektiği görüşüne de açıklık getirmeliyiz. Yurttaşlar (soylu, zengin, özgür olanlar); zanaatkâr, tüccar, çiftçi gibi yaşayamazlar.
Reklam
Bir liderligin görevi kitleleri kendi yanına çekmektir. Ne var ki her tür taahhút, yerine getirilmesi gereken görevin farolunmasını ve kavranmasını, kısacası ne kadar ilkel de olsa akılcı bir analizi öngörür. Halk dışlanmamalı, duygusallıkla saga sola yalpalamamalı ya da kafası karıştırılmamalıdır. Bugün ancak halkın içinden çıkan devrimci seçkinlerin yönettiği azgelişmiş ülkeler kitlelerin tarih sahnesine çıkışını . Ama ulusal bir burjuvazinin, ayrıcalıklı bir kastın ortaya çıkışına şiddetle ve kararlı bir şekilde karşı çıkmak koşuluyla. Kitleleri politize etmek ulusu bir bütün olarak her yurttaş için gerçek kılmaktır. Ulus deneyimini, her yurttaşın deneyimini yapmaktır.
“Görev!.. Yurttaşın görevi!.. Düşünüyorum da, bugünün insanı için nasıl da içi boşalmış kavramlar bunlar! En azından yakın çevremi, kentimi, ülkemi gözümün önüne getiriyorum. Kaç kişi kaldı acaba bizim buralarda, birilerine, özellikle de “site”ye karşı görevleri olduğunu gerçekten düşünen? Sokaktaki insandan, yaşamın önünde sürüklenip giden, kolay yönlendirilir yığınlardan, Sokrates'in deyimiyle "kalabalıktan söz etmiyorum. Düşünenlerden, okumuş yazmışlardan, yine onun deyimiyle "dediğine bakılması gereken" kişilerden söz ediyorum daha çok. Onlar arasında "site"nin bir anlamı, bir önemi kaldı mı diye soruyorum kendi kendime. Herkesin kendi kabuğuna, kendi zırhının arkasına çekildiği, toplumdan, özellikle de devletten umudu kestiği, herkesin birbirini sollamaya çalıştığı ve her şeyden, ama her şeyden önce kendi çıkarını kolladığı bir dünyada, dörtnala kalkmış bir iş-ticaret-borsa-dalavere dünyasında "site"nin bir anlamı kaldı mı? Devletin işlevini şirketlerin, "yurttaş"ın yerini "müşteri"nin almaya başladığı bir dünyada, yurttaşlık görevlerinden mi, müşteri yükümlülüklerinden mi söz edilebilir artık?”
Orwell, dilin, yazının duruluğu konusunda, tutkuya varan bir titizlik gösterirdi. Tehlikeli olmakla birlikte, gerekli bir oyundu oynadığı. Gerekliydi, çünkü dilin gerilemesi, düşüncenin de gerilemesidir ve bu, iletişimin zedelenmesi anlamına gelir. OrwelPe göre özgürlük, yazıyla ilintilidir ve özgürlüğü yok etmek isteyen bürokratlar kötü konuşur, kötü yazarlar; anlamın, bütün anlamın kaybolduğu cümlelere sığınırlar. Her yurttaşın, özellikle de gazetecilerin görevi, bu tür cümle ve sözcükleri yakalayıp bunlara karşı savaşmaktır. Bu kaba, kısır dile karşı savaşımında Orwell tek başına değildir, ama büyük çoğunluk, soruna estetik açıdan, alayla yaklaşır. OrwelPi başkalarından ayıran, konuya sonsuz bir ciddiyetle eğilmesi ve dille özgürlük arasında doğrudan bağlantı kurmasıdır. E. M. FORSTER
Anlamıştı ki, zenginleşmek günah olmak şöyle dursun, her yurttaşın görevi idi. Namusuyla çalışarak para kazanan, ulusunun rahatını da artırmış oluyordu.
Reklam
101 öğeden 91 ile 100 arasındakiler gösteriliyor.