1775’te yazılmış bir romanı 1829 yılında okumanın ne kadar tuhaf bir şey olduğunu bilemezsin. Sanki ansızın konuk odalarımızdan çıkarak kaba ipek dokumayla kaplı eski bir salona giriyor, kuştüyü, atlas koltuklara oturuyor; çevremizde, tuhaf giysiler içinde olmalarına karşın tanıdık yüzler görüp, bunların, biraz daha gençleşmiş olan amcalarımız, ninelerimiz olduğunu anlıyoruz.