"Buluşalım
Öylesine yüksekte ki ışık taşmakta gibidir
Birbirine karışmış saatin ve çığlığın kadehinden,
Saydam bir akış, içinde
Bolluktan başka bir şey kalmayan, belirtilmiş.
Buluşalım, alalım
Avuç dolusu saf çıplak varlığımızı
Sabahın yatağından ve akşamın yatağından,
Zamanın izini kazdığı her yerden,
Değerli suyun buharlaştığı her yerden,
Birbirimize doğru yönelelim, sanki sonunda
Her birimiz bütün hayvanlar ve şeyler,
Bütün ıssız yollar, bütün taşlar,
Bütün akışlar, bütün madenler.
Bak,
Burada çiçeklenir hiç; ve onun taçları
Onun şafak ve günbatımı renkleri, onun
Yeryüzüne gizemli güzellik katkıları
Ve onun koyu yeşili bir de, ve onun dallarında rüzgâr,
Bizim içimizde olan altındır: maddesiz altın,
Sürmemenin, sahibolmamanın altını,
Rıza göstermiş olmanın altını, tek alev
İmbiğin biçim değiştirmiş yamacında."
"ey karalamalar, ey paslar
suyun izinin, anlamınkinin
emilip kaybolurken sınırsızlaştığı,
tanrı, çıplak çeper
aşınmanın, kertiğin
dünyanın bağrında aynı ıssız görüntüsü olduğu."
sözgelimi ben, kendim
hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok
değil mi ki albatrosu Baudelaire'den
Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendim
bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak kullanabilirim.
''Isırgan otlarına ve taşlara.
'Ağırbaşlı matematiklere' Her akşamın kötü
aydınlatılmış
trenlerine. Sınırı olmayan yıldız altındaki karlı sokaklara.
Gidiyordum, kayboluyordum. Ve sözcükler zorlukla
buluyorlardı yollarını korkunç sessizlikte.''
''Bağırıyorum, Bak,
Buraya çökel bıraktı bilinmeyen bir tuz.
Bağırıyorum, Bak,
Bilincin sende değildir,
Bakışının geldiği yön
Sende değildir,
Acın sende değildir, sevincin daha da az.''