Söz konusu olan sıkıcı ve sonuç olarak anlamsız bir disiplindir, zira herkesin bildiği üzere "coğrafyada anlaşılacak bir şey yoktur, onları ezberlemek gerekir."
Sömürgeleşen toplumların zayıflığı, büyük ölçüde, gelişmesi yüzyıllardır duran çok eski sosyal yapıların sürüp gitmesinden ileri gelmektedir. Gelişme devam etseydi bu toplumların sömürgeleştirilmesi mümkün olmayabilecek ve daha sonra azgelişmişliğe doğru yönelmeyebileceklerdi.
Benim yaptığım jeopolitik tanımı ise daha kısadır ve jeopolitik kelimesini güçlü bir anlamda ele almaktadır. Ele aldığımız şey basında kullanılan haliyle jeopolitik olduğunda -ki giderek artan oranda böyledir- söz konusu olan, ister resmi ister yasadışı olsun, net olarak yerleşmiş siyasi güçler arasındaki ilişkilerdir. Etnik veya dini gruplar arasındaki kanlı mücadeleler, ülkeler arasındaki savaşlar, bir halkın bağımsızlık mücadelesi, büyük devletler arasındaki çatışma tehditleri. Ben ise, terimin başlangıçtaki anlamı itibarıyla jeopolitik derken, kentsel yığılmalar da dahil olmak üzere büyük veya küçük boyutlu bir toprak üzerindeki güç rekabetlerini kastediyorum. Jeopolitikte coğrafi toprak temel önemdedir, fakat söz konusu olan sadece var olan haliyle değil, kapsamı, engebe biçimleri ve kaynaklarıyla birlikte topraktır. Söz konusu olan aynı zamanda orada yaşayan erkekler ve kadınlar ve kendilerine anlatılan (haksız veya haklı) hikâye nedeniyle kabul ettikleri veya savaşım verdikleri iktidarlar, korkuları ve şu veya bu düzeyde yakın bir gelecek ile şu veya bu düzeyde uzak bir geçmiş hakkında yaptıkları temsillerdir.
İbni Haldun’un, tarihin bilim olarak doğuşunu simgeleyen yapıtı Mukaddime, Ortaçağ Arap uygarlığının sönmeye yüz tuttuğu bir sırada kaleme alındığından, İbni Haldun’u ve düşüncelerini doğrudan izleyen bir akım ortaya çıkmadığı gibi, bu düşünce daha sonraki yüzyıllarda unutulmaya yüz tuttu. İbni Haldun, 14. yüzyılda toplumların iktisadi, sosyal ve
İbni Haldun hem katı ve gizemci, inançlı bir kişidir hem de çok büyük bir akılcı düşünürdür: böylece bir tür mucize olarak çıkar karşımıza...
...Demekki Halduncu tarih anlayışının doğuşu hem akılcılık ile din arasındaki uyuşmazlığın belli bir durumuna hem de İbni Haldun’un düşünsel evrimindeki belirleyici bir noktaya karşılıktır. Ancak, yaşamının son bölümünde Tanrıbilimcinin kaygıları, tarihçinin kaygılarına üstün gelmiş gözüküyor...
Ortaçağ Arap uygarlığının çıkardığı en büyük düşünürlerin sonuncusu olan İbni Haldun’un tarihsel düşüncesi, dallarından çoğu kurumuş bulunan ve büyümesi yüzyıllarca duracak olan bir ağacın, tam anlamıyla olgunlaşmış, çok değerli meyvesi olarak gözüküyor bize.
Bugün "az gelişmiş" denilen ülkelerden birçoğunun neden az gelişmiş olduğunu Mukaddime'yi okuduktan sonra daha iyi anlıyoruz. Kuzey Afrika tarihini asırlar boyu damgalayan siyasi, iktisadi ve içtimai başarısızlıkların sebebi, bu ülkede içtimai bir zümrenin (Batı'daki burjuvaziye benzer bir sınıfın) yokluğudur. Çağdaş bir Fransız yazarı, Yves Lacoste: Bugünkü az gelişmiş ülkelerin mazisi üç beş kelimeyle hülasa edilebilir, diyor... Önce hamleler devri, sonra yavaşlayan, durgunlaşan, gerileyen ekonomik ve sosyal gelişme. İbn Haldun, bu medd ü cezirlerin içinde yaşamış ve onları anlamağa çalışmıştır. Buhranı ne Tanrı'nın iradesiyle izaha kalkışmıştır ne dış güçlerle. Çöküşün sebebi, kucağında yaşadığı toplumun iç yapısıdır. Geçen asrın sonlarına kadar hiçbir Avrupalı tarihçi, böyle bir idrak irtifaına erişememişti.
Coğrafyanın temel olarak savaş yapmaya yaradığını ileri sürmek, onun sadece askeri operasyonları yönetenler için vazgeçilmez bir bilgi olduğu anlamına gelmez. Söz konusu olan sadece savaş başlatıldıktan sonra birliklerin ve onlann silahlannın yerlerinin değiştirilmesi değildir, aynı zamanda savaşı hem sınırlarda hem de içeride hazırlamak, müstahkem mevkilerin yerini seçmek ve çok sayıda savunma hattı inşa etmek, dolaşım yollarını organize etmektir. Lenin’in "en derin askeri yazarlardan biri [...], fikirlerinin bugün bütün düşünürlere mal olduğu bir yazar” diyeceği Cari von Clausewitz (1780-1831), “Mekânı ve nüfusuyla birlikte alan, sadece bütün askeri güçlerin kaynağı de ğildir, aynı zamanda savaşta etkisi bulunan faktörlerin aynlmaz bir parçasıdır ve bunu nedeni, operasyonlar sahnesini oluşturmasıdır” diye yazıyordu.
Devlet aygıtının birçok örgütünün işlevlerinden biri sürekli olarak bilgi toplamaktır (bu, polisin, jandarmanın en önde gelen görevlerinden biridir), ileri gelen kişiler de bilgi sahibidirler ve bunu “yüksek makama” bildirmekte çok isteklidirler. Buna karşılık, iktidar kurumları ile alanın düzenlenme biçimleri arasındaki ilişkiler iktidarda olmayanlardan kısmen gizlenmektedir. Yararı oldukça konjonktürel olan çok açık bazı bilgileri çember içine alan gizliliği delmeye girişmekten çok, orayı daha açık görmek için, kısmi bilgilerden kafası karışmış olan bir kitleyi örgütlemeye olanak veren bir yönteme sahip olmak gerekir; buna dikkat etme nedenleri kavrandığı andan itibaren bu bilgiler büyük ölçüde elde edilebilir olurlar.
19. yüzyılın ilk yarısında Lyon’lu kapitalistler, dokuma işçilerinin siyasi gücünü yıkmak için gerçek bir coğrafi stratejiyi hayata geçirdiler: O tarihe kadar Lyon’da yoğunlaşmış olan ipek dokuma işi, çok sayıda teknik operasyona ayrıldı; bunlar geniş ölçüde kıra serpiştirildi: yalnızca “tüccar-üretici” kendisi için çalışan çok sayıda atölyenin yerini biliyor, bunlann her birinde çalışanlar, ötekilerin nerede çalıştığını bilmiyordu. Bu nedenle, dağılmış olan çalışanlar, ortak eylemlere artık pek girişemiyordu.
"Günümüzde coğrafya, yalnızca yıkımın ve bilginin teknolojik araçlarının gelişimi nedeniyle değil, aynı zamanda bilimsel bilginin kaydettiği ilerleme nedeniyle yeni biçimler ve yeni bir genişlik kazanmaktadır."