Kalabalığın büyük kısmı çözülen asker duvarını aşmış, vagonlara hücum etmişti bile. Pencerelerden sarkan Osmanlı askerleri kendilerine uzatılan, hiç olmazsa vagona doğru fırlatılan erzak paketlerini yakalamaya uğraşıyor, yakalanan hemen içeri alınıyordu. Yere düşen paketse tekrar fırlatılıyor, bu böyle sürüp gidiyor, bir izdihamdır yaşanıyordu. Pencereden sarkmış genç bir zabit, “Burası neresi?” diye sordu o sırada. Yüz çizgileri ince, kumral ve yakışıklı bir adamdı. “Gence” diye bağırdı yaşlıca bir kadın, “Şehrin ahalisi Türk’tür oğul.” Bu kez “Ana, su!” diye bağırdı genç zabit. Yaşlı kadın bakır ibrikten çinko, kırık bir tasa doldurduğu suyu pencereye doğru uzatmak istedi fakat boyu o kadar kısaydı ki mümkünü yoktu. Yanaklarından sağlık fışkıran genç bir kız durumu fark etmişti o sırada. Kimsenin kimseye yardım edecek hali, vakti yoktu. Bir an sağına soluna bakınan genç kız, fazla düşünmedi, yaşlı kadını bir çocuk gibi kucaklayıp pencereye doğru kaldırdı: “Dökme anne. Sıkı tut.” Su, yerine ulaşmıştı. Bu sahne zabiti bile gülümsetmişti. O gülümseme arasında kızla göz göze geldi. “Adın ne?” diye bağırdı pencereye doğru kız. Cevap geldi. “Murat.” “Peki ya senin?” “Bulak.” Hepsi bu.
"Efendi iyi dinle. İstanbul'da ve yakın sancaklarda bana, millete, devlete bağlı ne kadar asker, zabit varsa hepsine Selanik ordusuyla savaşmayı emrediyorum. Son Selanik askeri İstanbul'dan kovulana kadar hiç kimse durmasın, hiç kimse dinlenmesin. Ben otuz dördüncü Osmanlı Sultanı, Müslümanların Halifesi Abdülmecit oğlu Abdülhamit Han böyle istedim böyle olsun."
Reklam
Bilinmektedir ki, bir orduyu oluşturan neredeyse her birey, yaşayan bir makinenin canlı organları, parçalarıdır. Bu makineyi işleten; her organını, her parçasını harekete geçiren araç buharla çalışan motorlar değildir. Orduya hareket veren araç, ordu makinesini oluşturan canlı organların zihinlerindeki güç ve kanlarındaki ruhtur. Bu zihinlerde ve bu kanlarda, gereken kuvvet ve akım hızı bulunmazsa makine durur ve başka hiçbir güç onu işletemez. Böyle bir makinenin çalıştırılması için herhangi bir yada birkaç makinistin sanat ustalığı da yeterli olmaz ve bunu yerini tutamaz. Çünkü bu uyuşuk zihinlerden, ve durgun kanlardan oluşmuş yığınlar, taş, demir ve odun yığınlarından daha eylemsiz daha ağırdır. Taş ve odun yığınları, balya haline konarak küçük bir kaldıraç yardımıyla kolayca harekete geçirilebilir. Fakat o bütünü oluşturan, büyüklü küçüklü birlik balyaları halinde bulunan durağan kafalı insan yığınlarının yönlendirilmesi ve hareketlendirilmesi için gereken gücün, kaldıracın düşünce ve ruh varlığında kendini göstermesi beklenir. Ve uygulama noktası zihinde, yürekte aranır...
...bence, ilerlemeyi sağlayacak asıl okul, birliklerdir. Bence askerlik sanatını asıl öğrenip uygulayacak gerçek öğretmen ve eğitmenler, birbirinden yüksek olan komutanlardır. Çünkü bence, Harp Okulu'ndan alınan diploma genç teğmenin, bölük komutanı olan subayın eğitimi altına girebileceğini gösteren bir kanıttır.
Ne garip ruh halidir. Dertli insanlar muhatabının derdini dinlemekten çok, kendi yaralarını açmaktan zevk alıyorlar.
Askerlik, işlerin çekip çevrilmesi değil, insanların yönlendirilmesi sanatıdır.
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.