Bir kaşif olmak bu muydu yani? Bir maceraperest olmak? Bu uyutucu sessizlik tarafından yutulmak mıydı? Onunla anlatılmaz bir şekilde yalnız kalmak, içinde yürümek, zeminlerden dalga dalga yükseldiğini, yüksek kubbelerin çürümüş mağaralarından indiğini, koridorları elle tutulur bir şey gibi doldurduğunu görmek miydi?
Dudaklarının kuruduğunu hissetmek, dilinin ağzında kösele gibi olması, dizlerinin zayıflaması mıydı?
Kalbinin sanki bağımsızlık arzusuyla küt küt attığını, küçük kaburga duvarlarına serbest bırakılmak için vurduğunu hissetmek miydi?
Yatağımız olacak hafif kokuyla dolan,
Divanımız olacak bir mezar kadar derin,
Ve acayip çiçekler, üstünde etajerin,
Güzel gökler altında bizim için açılan.
Gönlünce harcayarak son sıcaklıklarını,
İki kalp iki güçlü meşaleye dönecek,
Ve yansıtarak bize çifte ışıklarını
Bu ikiz aynalarda ruhumuza sinecek.
Gizemli mavi, pembe bir akşam saatinde,
Ayrılık dolu, uzun bir hıçkırık halinde,
Alacak vereceğiz o biricik şimşeği;
Kapıları açarak çok geçmeden bir melek,
Kararmış aynaları ve ölgün alevleri,
Yürekten bağlı ve şen, diriltmeye gelecek.
En uzaktaki ve gelecektekilere duyulan sevgi yakındakilere duyulan sevgiden daha yücedir; nesnelere ve hayaletlere duyulan sevgi insana duyulan sevgiden daha yücedir.
Gerçek şu: Biz yaşamayı seviyoruz, yaşamaya değil de sevmeye alışkın olduğumuz için.
Her zaman çılgınca bir şey vardır sevgide. Fakat çılgınlıkta da her zaman biraz akıl.