Nietzsche'nin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi ve parmağını havada salladı. "Işte bu! Siz kendiniz söylediniz! Asıl problem buydu! Peki neden büyüme yok! Neden düşünmeye değer fikirler yok! Dün en son, o tuhaf düşüncelerle kafanızı meşgul etmeseydiniz ne düşünüyor olurdunuz diye sorarken bunu demek istemiştim! Lütfen arkanıza
Ne Verirsen Onu Alırsın Bu Hayatta Zamanın birinde kendi halinde yaşayan mütevazı bir ev kadını varmış. Kocası zengin değilmiş ama ailesine karşı sorumluluklarını yerine getirmeye gayret eden bir adammış. Gelinin kayınvalidesi de bu çiftle aynı evde yaşıyormuş. Kadın, zaman içinde kayınvalidesiyle pek de geçinemez olmuş. Sürekli kavga etmeye
Reklam
...Zamanın birinde bir şövalye varmış;her sabah zırhını giyer ve sevdiği kadını kurtarmak için bir ejderhanın karşısına çıkar fakat her seferinde korkup kaçarmış ama her sabah zırhını giyer ve yine karşısına çıkarmış. Zırhım üzerimde ama ejderhayı yenmemi beklemeyin efendim benden"
Babasının anlattığı hikâyede, zamanın ve mekânın birinde bir turist bir dervişin evine girmiş. Merak etmiş bu derviş denilen kimseler nasıl yaşarlar diye. Eve giren turist oldukça şaşırmış. Çünkü neredeyse evin içerisinde hiçbir eşya yokmuş. Turist büyük bir merakla sormuş dervişe. "Çok merak ediyorum, eşyalarınız nerede. Herhalde böyle yaşamıyorsunuzdur." diye. Bunun üzerine derviş turiste bakarak "Ey yolcu, bana soruyorsun ama senin neden eşyaların yok?" diye sormuş. Turist bu cevabı anlamsız bulmuş ve dervişin bunu görememesine de biraz canı sıkılmış. "Herhâlde fark etmediniz ama ben şu an sizin topraklarınızda seyahat eden bir yolcuyum sadece. Neden eşyalarımı da yanımda taşıyayım ki?" Bunun üzerine gülümseyen derviş turistin gözlerine bakmış ve "Biliyor musun, seninle aynı nedenden dolayı eşyalarım yok. Çünkü dünya denen topraklarda ben de bir yolcuyum sadece." cevabını vermiş.
Kafileler halinde yollara dökülüp geceleri çingeneler gibi samanların üzerinde uyunan zamanlarda dünyaya henüz gelmiş ya da doğmamış olduklarına hayıflanıyorlardı. Bu yaşamadıkları zamanın sızısını hep içlerinde taşıyacaklardı. Başkalarına ait anılar, kıl payı kaçırdıkları döneme dair gizli bir nostalji hissini ve günün birinde aynı şeyi yaşama umudumuz omuzlarına yükleyecekti.
"Ebediyetin sınırını bilebilme gücü insanoğluna ne zaman verilmiş ki? Daha kendi vademi bilmezken, bir nesnenin vadesini nasıl biçebilirim ki? Şamdanı huzura kavuşturmak istiyorum ancak ne zamana kadar huzur içinde kalacağını Tanrı'dan başka kim bilebilir? Bu hareketi gerçekleştirebilirim ancak devamında ne olacağını ben nasıl bilebilirim, zaman ve sonsuzluğu nasıl hesaplayabilirim? Tanrı, sadece o, şamdanın kaderi için sadece o, karar vermeli. Ben şamdanı toprağa gömerim, onu gerçekte başka türlü korumayı bilmiyorum ama orada ne kadar kalır, bunu kimse bilemez! Tanrı, onu belki de ebediyen karanlıkta bırakacak ve teselli bulamayan kavmimiz dünya üzerine dağılarak parçalanmış biçimde göçüp duracaktır. Ama belki de ki yüreğim bu umutla dolu, belki Tanrı iradesi halkımızın vatanına dönmesini isteyecektir. O zaman, yeter ki güven, tıpkı huzura kavuşamayan şamdanı saklamam için beni bulduğu gibi, yine tamamen rastlantıyla elinde küreğiyle gömülü olanın mezarın bulacak birini seçmeyi bilecektir O. Karar için tasalanma, bunu Ona ve zamana bırak! Varsın şamdan kayıp şamdan kayıp olarak bilinsin ama Tanrı'nın sırrı olan bizler, bizler kayıp değiliz ki! Çünkü altın, fani bir beden gibi toprağın kucağında çürüyüp gitmez, kavmimizde zamanın karanlığında kaybolmaz. Hem o hem de öteki ayakta kalacak, kimimiz de şamdan da! Gel beraber gömdüğümüzün tekrar dirileceğine ve günün birinde vatanına dönecek olan kavme ışık saçacağına inanalım! Çünkü ancak inanmaktan vazgeçmeyerek dünyanın zorluklarına katlanabiliriz."
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.