Ayşe'nin âh u zarı gönlünün sınırları içinde mahpus kalmaya mahkumdu.
GÖNLÜM DOLU ÂH U ZÂR KALDI...
Bir gönlün âh u zâr ile dolmasının ne demek olduğunu gönlü rahat olanlar anlayamazdı...
Ölmemiş ama güneşin altında ince bir zar gibi solup gidivermişti. Kaybolmuş ya da varoluştan çıkıp gitmişti çünkü artık varoluşun içinde değildi. Ne kadar tuhaftı onu düşünmek varoluşun içinden böylece geçip giderken, ölerek değil de güneşin altında solup silinerek ya da kaybolup evrenin bir tarafında unutulup giderek!
Hayat can sıkıntıları okyanusunda vecde gelme adalarıdır ve otuz yaşından sonra kara nadiren görünür. En iyi durumda, aşınmıs bir kumsaldan diğerine dolaşıp dururuz ve çok geçmeden üzerine bastığımız bütün kum tanelerini tanır gibi oluruz.
Zar Atan Adam (The Dice Man, 1971) romanında George Cockcroft, eğer bir insan bütün kararlarını zara bırakırsa başına neler gelebileceğine eğilir: Töreler darmaduman olacak, hiçbir ilişkiye güven kalmayacaktır.
Salınmanın bir yanı da budur: İçeriden bakınca dert olarak görünen bir durumdan, bir düşünce oyunuyla salınır çıkarsınız. Dışarıdan bakarak, işin içinde ne olduğunu daha iyi degerlendirirsiniz. Böylece vardığınız yeni idrakle, salınarak duruma geri dönersiniz.
Bir adam kaçtı sarı taksiyle şehirden. O adam avukattı.
Taksiye atladım. Terminale, dedim. Dayadım kafamı cama. Baktım. Müvekkilin bakmak isteyip de göremeyeceği ne varsa gömdüm içimin derinine. Gökyüzü tellerle çevriliydi artık. Güneş bir buluta gömülü… Adımlar sayılı, konuşmak on dakikalık yürüyüşler halindeydi. İçimi ihbar etmek istiyordum, bir enkaz kaldı içimde, zar zor nefes alıyordum.