Zarifbirokur

Zarifbirokur
@zarifbirokuur
Her cevap, bir kapıya benzer. Kapılar ve cevaplar, bazı şeyleri açsa da bazı şeyleri muhakkak içerde saklı tutar... Kapı, hem açan hem de örtendir aynı anda...
Reklam
O zamanlara has bir önyargı hakimdi , Eğer bi kişi toplumdan kaçınır,insanlardan uzaklaşır,çok fazla düşünmeye başlar ,kitap okuyup duaya fazlaca sarılırsa şayet,aklını kaybedeceğinden yada kahin olacağından korkulurdu..Hatta yahudi ve Hristiyanlar da yarım akıllı gözüyle görülür,Varaka ve Zeyd bin Amr gibi kişilerse tam anlamıyla meczup addedilirdi...Aslında bu tavır şehrin paganist düşünce geleneğinden kaynaklanan bir tür savunma tarzıydı.Farkllığa tahammülü olmayan,değişik ve sarsıcı soruları duymak istemeyen,genelleyici ve susturucu bir tutum...
Allah, tadı tuzla, gözyaşını sevinmeyle, zorluğu kolaylıkla, gönül yükünü sekinetle iç içe... ard arda... ve sıra sıra yazgılamıştır. Felekler ve talihler döner dolaşır, hepimize, sıra sıra değeceği günü bekler, burası dünyadır çünkü, ağlamadan gülünmez, gülünmeden ağlanmaz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Doğruyu söylemek doğru olmaya yetmiyor, doğru olmak da doğruyu söylemeye.
Adalet de tüm mallar gibidir, zaman zaman karaborsaya düşer, el altından sağlanır.
Reklam
İnsanlar ölüm karşısında bile durup düşünmüyorlar, [...] akıllarını başlarına almıyor, biraz alçakgönüllülük göstermiyorlar, hiç kimse kendi kendine sormak zorunda olduğu temel bir kaç soruyu sormuyor, boş verip geçiyor.
"... hızlı adımlarla yürümeye devam ederken, belki de kalabalıkta kaybederim kendimi diye belirsiz bir duygu geçti içinden."
Bir borç kölesi , ''kaybeden'' ve ''başarısız insan'' da olsa, bu durum kişiyi çağdaş bir insan olarak sosyal hayata bağlıyordu.
Eskiden erişilmez, uzak ve pahalı olan şeyler... kanunların ve geleneklerin yasak ettikleri şeyler... artık paralı ve kurnaz olan her kişi için erişilir bir hale gelmişti.
İnsan için ne yaşayabileceği, ne de ölebileceği bir çağ gelince yakınma neye yarardı? Evet, ne yaşayabilir, ne ölebilir, ancak toprağa çakılan bir direk gibi çürüyebilirdi. Bu öylesine büyük, öylesi ne gerçek bir sefalet ve perişanlıktı ki...
Reklam
Kasabada en çok kitabı olan o idi. Bunları kilitli sandık içinde saklardı. Onları yalnız tozdan ve güveden korumakla kalmaz, arada sırada okurdu.
Bu kadın ne zaman yer, ne zaman içer, ne zaman uyur, ne zaman giyinecek, süslenecek vakit bulur, ne zaman dinlenir ?.. Bunu kimse bilmez ve sormazdı...
"O şeytanca aletlerin, yani topların korkunç gazabından mahrum olan yüzyıllar, ne mutlu çağlarmış! Mucidi, bana kalırsa, şeytanca icadının mükafatını cehennemde görüyordur; onun yüzünden, korkak, sefil bir yaratık, yiğit bir şövalyenin canını alabiliyor; cesur yürekleri tutuşturan, canlandıran heyecanın ortasında, nasıl, nereden geldiği belli olmadan, isyankar bir mermi, belki de lanet olası alet ateşlenirken çıkan parıltıdan korkup kaçan biri tarafından gönderilerek, bir anda uzun yıllar yaşamayı haketmiş birinin düşüncelerini kesiveriyor, ömrünü noktalıyor."
"Eskilerin altın çağ dedikleri çağ ne mutlu bir çağmış, ne mutlu yüzyıllarmış. İçinde bulunduğumuz demir çağda bu kadar değerli olan altın, o talihli çağda kolaylıkla bulunabildiği için değil; o çağda yaşayanlar senin ve benim kelimelerini bilmedikleri için. O kutsal çağda her şey ortaktı; günlük besinini elde etmek için, kimsenin, tatlı,
57 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.