Kaç gündür kızgın yollardayız. Kıtama bir türlü tabiî bir yürüyüş yaptıramadım. Konak araları nizamnamenin gösterdiği müddete değil, içilecek suların bulunduğu yerlere bağlıdır. Bir sudan kalkıp öbür suya konuyoruz. Bu kadar güçlük içinde bile, hiç döküntü ve hasta bırakmadık.
Ve su içmek değil, yapışık çamur yutuyoruz. Kendi kendine bir çöl, hendesesiz, çizgisiz ve şekilsiz, büsbütün çöl! Aldığım nefes göğsümü tıkıyor, boğazımdan geçerken katı ve yuvarlak bir şeymiş gibi hissediyorum. Geceleri, güneşi az bir kış günün- den daha parlak... Aynı ufuk feri çekiliyor gibi devam eden sarı fersahlarda günlerce hayat, ne yeşil bir ot kümesi var.
Kanal'a gidip boğulsak diyordum. Emdiğim çamur'dan, dizlerimi artık bir demir mengene gibi sıkan yorgunluktan o kadar usanmıştım. Havaya öyle ince bir kum karışıyor ki, bunu ancak, yavaş yavaş, hançerelerimizde bir satih gibi kabardık- tan, saatlerimiz durduktan, otomatik tabancalarımız sıkıştıktan sonra hissediyoruz.
Her akşam, arkada bıraktığımız mamurelerden bir gün daha uzaklaştığımızı düşünüyorum. Doğrusu, pek az insanın dayana- bileceği sıkıntılar çektik. Her adımı, içimden bir ıstırap çıkarır gibi, atıyorum ve onu bir daha tekrar etmeyi hatırıma getirmiyorum.