Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İzci

İzci
@0kursavar
Theistic Anarchy
30 okur puanı
Mart 2022 tarihinde katıldı
İnsan yayınları baskısında sanki çevirisinde sıkıntı var. Kavramlar oturtulamamış, cümleler değişik bir devrik halde yazılmış. Kısacası daha kolay bir çeviri ile anlaşılması mümken çevirmen çok o taraflı olmamış
Reklam
Ahlaki kanun, insanın asli varlığının yapısal kanunundan yabancılaştığından dolayı, sadece kanun olarak deneyimlenir. Bu kanun ona aittir. Onun doğasıdır ve insan onu ihlal etmeye çalışmasaydı, o hiçbir zaman emredici bir kanun olmayacaktı. Ancak, insan ondan yabancılaşırsa, kendi varlığında ona karşı çıkarsa, o onun için kanun olur. Ve bütün insanların bu kötü durumu paylaşmasından dolayı, onların tamamı kanun altında durmaktadırlar. Ve sevgi bile onlar için kanun olur. Sevmelisin! Sevgi varlığımızı belirleseydi, birlik olduğumuz yapısal bir kanun olsaydı, emreden bir kanun ya da ahlaki buyruğun bir ifadesi olmazdı. O, kendisine karşıt durulan değil, onunla birlik olan varlığımızın bir ifadesi olurdu.
Peygamberliğin hikmeti
5- «Medeni ahkâm tesis buyurulmuştur.» Şöyle ki: Insanlar tab'an medenîdirler. Aralarında bir takım medeni muamelât cereyan eder. Binaenaleyh bu hususta birçok ahkâm be kavaide lüzum vardır ki, medenî hayatın güzelce devamı kabil olabilsin. İşte Peygamberani zîşan hazerati tarafından bu ahkâm ve kavaid tesîs buyurulmuştur. Bu ahkâma ittiba eden akvam arasında birer medeniyeti fâzıla vücuda gelmiş, bu medeniyetin şaşaa' nisâr eserlerinden yeryüzünün muhtelif aksamı müstefit olmuştur.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Peyhamberliğin hikmeti
3- «Bir takım ef'al ve eşyanın hüsn-ü kubhü temyiz buyurulmuştur.» Zöyle ki: Insanlar bâzı ef'al ve eşyanın hüsn-ü kubhünü, yâni bir kemal sıfatı olup olmadığını veya tab'a, gareze mülâyım bulunup bulunmadığını kendi akıllariyle idråk edebilirler. Lâkin bazan olur ki bir şeyin hüsn-ü kubhünü mücerret akıl ile anlamak kabil olmaz, insan hayrette kalır, bir akıl sahibinin hasen gördüğünü diğer biri kabih görür. Bâhusus bir kısım ef'al ve eşyanın - dünyada medh ve zemmi, ahirette sevap ve ikabı müstelzim olup olmamak itibariyle olan hüsn-ü kubhünü temyiz hususunda ukul-i beşeriye kifayet etmez. İşte bu gibi şeylerin hüsn-ü kubhü enbiyayı ızamın tebliğ ettikleri emirler ve nehiyler sayesinde anlaşılmış, anların emrettikleri şeylerin hasen olduğu ve bilâkis nehyettikleri şeylerin kabîh bulunduğu taayyün eylemiştir
Dini İslâm yalnız ruhani, yalnız cismani bir din olmadığından bu dini mübine mensub olanların uhdelerine terettüb eden vezaif de yalnız ruhani, yalnız cismanî değildir. Şeriati İslâmiye hem ruhaniyeti, hem de cismaniyeti daire-i kudsiyetine alarak irtikaya mazhar etmek ister. Bu hikmete mebnidir ki ibadata, vicdaniyata ait vazifelerimizi bize talim ve telkin ettiği gibi idarî, içtimai, iktisadi, siyasi vezafimizi de irae ve tâyin etmiştir. Binaenaleyh bâzı kimselerin «Din yalnız vicdaniyata aittir» demeleri İslâmiyetin hakayıkına ådemi vukuftan neş'et etmektedir.
Reklam
Nesnel ahlak
Ara sonuçta ifade edilen hususa, birçok önemli ateist felsefeci de dikkat çekmiştir. Ünlü ateist felsefeci John Mackie, doğalcılıkta nesnel ahlaki önermeler olamayacağını göstermiş; doğalcılığın da doğru olduğu varsayımı ile ahlaki realizmi reddetmiştir. Modern zamanların ünlü ateistleri Jean Paul Sartre, Friedrich Nietzsche, Bertrand Russell, Richard Dawkins, Michael Ruse de Tanrısız bir evrende nesnel ahlaki önermeler olamayacağını, yani burada ileri sürdüğüm ara sonucu savunmuşlardır. Sartre'a göre Tanrı olmadığı için insanın hiçbir içsel değeri yoktur. Ahlak dahil tüm değerleri insan kendisi yaratır. Ünlü Alman filozofu Nietzsche, Tanrı'yı öldürmenin ahlakı öldürmekle aynı anlama geldiğini düşünüyordu: Ahlakın, "sadece Tanrı gerçekse gerçekliği vardır; o Tanrı'ya inanıp inanmamakla ayakta kalır ya da yıkılır."Tanrı'nın var olmadığı kanaatinde olan Russell da nesnel ahlaki önermelerin var olmadığını düşünüyordu. Ona göre ahlak, toplumun birey üstündeki baskısından doğuyordu. Dawkins de evrende nesnel anlamda iyi ve kötü olmadığı görüşündedir: "Gözlediğimiz evren, temelinde, tasarım olmayan, amaç olmayan, iyi ve kötü olmayan, kör acımasız bir umursamazlık dışında hiçbir şey olmayan bir evrenden beklediğimiz tüm özelliklere sahiptir."
İstismar
Hani "din istismarcılığı" diye bir lâf var ya... Dünyanın en büyük yalanı!.. Yalan da ne kelime; sahtekârlığı!.. Hiçbir dindar; halis dindar, din istismarcılığı yapamaz. Zira istismar, inananın kendi ruhunu kabul ettirmeye çalışması değil, inanmayanın inanmış görünerek inananlardan fayda devşirmeye bakmasıdır. Demek ki, istismarın ana maddesi, samimiyetsizlik...
İnsan kendi hakikatini, hakikatin hakikatini temsil eden İslam’ın ahlaki ölçülerinde izleyebildiğince hürdür!
Bugün çeşitli mevzularda boy gösteren ilim adamlarımız var... Ancak, kendi kabuklarında ne kadar "allâme" olurlarsa olsunlar, kıymetleri ölçüye vurarak bize maledecek bir keyfiyet belirtmiyorlar. Bunlar, temas ettiği her şeyi kendi imân mihrakına döndürme yerine, bütün iyi niyetlerine rağmen temas ettiklerine dönüyorlar; ve netice olarak, inandığıyla anlattığı ayrı fert kalabalığını meydana getiriyorlar... İslâmî ilimlerle uğraşanların da, mücadeleden çok parsayla ilgili ve kariyer mücadelesi şeklinde, kuru kabuk bilgisiyle ferdî din bağlılığını içtimaî mânâya çevirme diye bir dertleri olmayışını gözönünde tutarsak, ortaya kimsenin neyi niçin bildiğini bilmediği hakikati çıkıyor...
İşte bütün işlerin "neye göre"si, "nasıl", "ölçü ne"sinin cevabı burada; yoksa ölçü yok... Zaman ölçüsü, medeniyet ölçüsü, iş ölçüsü, kurtuluş ölçüsü, hakikat ve hürriyet ölçüsü, gaye, hedef, araç, herşeyin ölçüsü... Doğruyu mu istiyorsun? Allah ile Resûlünün bildirdiği... Güzeli mi istiyorsun? Allah ile Resûlünün gösterdiği... İyiyi mi istiyorsun? Allah ile Resûlünün öğrettiği....
Reklam
Gerçekte bir sistem hayata hakim kılınmak isteniyorsa, onun bağlılarına siyasetin gerekli olduğunu anlatmaya lüzum yoktur. Ancak, ülkemizde hakim kılınan düzenin ve çirkinliği ile temayüz etmiş politikacı tipinin insanımız üzerinde bıraktığı tesirle, siyasetin menfi mânâsı, gerçek mânâsı olarak karşılanır olmuştur. Bunun neticesi olarak da, kendi inandığı sistem doğrultusunda siyasî mücadele vereceği zaman ve şartları kollama şuuru yerine, siyasete karışmayarak, inanç ve düşüncesini çirkeften koruma fikri yerleşmiş, kötünün iyisini tutma -ehveni şer-, veya siyaset dışı kalma şuursuzluğunda kemikleşmiştir. Bugün hâlâ düzen partilerini destekleyen, kendisi üzerine yapılan siyasetin kabul edicisi olduğunu farketmeksizin siyaset dışı kalmayı AYDIN İNSAN olma zanneden tipler, o çizginin devamıdır. Din ve dünya işleri ayrıdır yutturmacasını kabul etmezken düzen (ve rejim) değişimi sözkonusu olduğunda siyasetin gerekliliğini reddetmek, kendiliğinden din ve dünya işleri ayrıdır tekerlemesini kabul etme mânâsını taşır.
Hülâsa edersek... İktidarın kaynağı, iradenin kimin olduğu, iktidarın kullanılışına haklılık verenin ne olduğu mevzuunda tutarlı bir izah getirmeyen bu görüşlerle, idare eden ve edileni "gerçek" ve "adil" çizgisinde birleştirebilmek, "iyi, güzel ve doğru" ölçüsünde bir toplum yapısı kurabilmek mümkün değildir
Aynı şekilde, bir içtimaî sistemin, iktidarın kimin adına "kullanıldığına-hükmedildiğine" ilişkin açıklaması "hakikat"in ifadesi değil ise, iktidarın kullanılışına "meşruluk - haklılık" verenin ne olduğu da izah edilemez. Ve, iktidarın kaynağını "mutlak" olarak izah etmemiş olanların, iktidarı kullanmalarının haklılık sebebi de yoktur. Hangi rejimde olursa olsun, insan iradesinin insan üzerindeki hakimiyetini gösterici bu durumun kabulü, neticede, insanın insan arkasındaki kuyrukçuluğudur
Biraz daha yakından bakarsak: Mutlak Fikir'le çevreye açılmada "hikmetlerin anlaşılması", mutlak olmayan fikirle "bütün fikirmiş" gibi çevreye açılmada ise, yanlış teorinin doğru pratiği olamayacağı gerçeğinden hareketle, "doğru"yu ana fikir dışında olmak üzere her yerde arama ve teori kurma neticesi çıkar. Birinde çevreye açıldıkça bütünleşme kavranırken, diğerinde çevreye açıldıkça dağılma başlar. Birinde sürekli yenilenen şuurumuza bağlı, herbiri kendi içinde ve birbirleriyle değişik usul, kalıp ve kurallar belirtici faaliyetlerimizle "Gizli ve Mutlak" bilinir kılınmak istenirken, diğerlerinde aynı insanî çabalar sistemsiz bir hedefsizlik belirtir
Bizim tezimiz: Peygamberler bildirmeseydi, iyi-kötü idraki olmazdı
100 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.